Türkiye’nin Çıkmazı Adalet-Liyakat…

YAVUZ AKIN KOLDA

Benim gibi yaşı kırkın üzerinde olanlar  seksenlere ve doksanlara ait şarkıları dinleyip, reklam kuşaklarından, sokak röportajları ya da spor musabakalarından derlenen kısa videolar izlemeyi severler. Severler çünkü o siyah beyaz renklerin yansıttığı sadeliğe ve alaturka ama asaleti kendinden dinginliğe duyulan bir özlem vardır. Çünkü o yıllar çocukluk ve ilk gençlik yıllarıdır.

Zaman hızla akıp giderken yıllar içinde nelerin değiştiğini, nelerin yitirildiğini, nelerin unutulup gittiğini görmek mümkün oluyor. Acı veriyor belki ama toplum olarak kaybettiğimiz o kadar çok olgu var ki üzülmemek elde değil. Özellikle son yirmi yılda toplumun tanıklık ettiği değişimler  ve gelişen dünyanın gereği gibi gösterilip alt üst edilen değerler bunun en bariz örneklerinden. 

Çok uzağa gitmeden sadece yirmi yıl önceki siyasetin diline, bürokratların seçkinliğine, sokaktaki insanın duyarlılığına bakarak dahi farkı görmek mümkün olacak. Siyasetin, toplumdan aldığı gücü kullanarak ülkeyi daha çağdaş, daha müreffeh bir noktaya taşıması ve bunu realize edebilmek için de liyakati esas alması gerekirken maalesef geldiğimiz yer iç karatıcı. 

Bugün maateessüf toplumu temsil edebilecek ve işini layıkı ile yapabilecek kabiliyetlerden yoksun ve devlet adamlığından nasipsiz bir grubun üst seviyelerde müsteşar, bakan yardımcısı ya da bakan olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Adalet bakanının mübaşirlikten, içişleri bakanının bekçilikten, savunma bakanının kısa dönem  askerlikten terfi ettirilmiş gibi bir hali var. Ne söyledikleri ile topluma bir katkı sağlıyorlar ne de yaptıkları ile örnek olabiliyorlar. Dillerinde hamaset ve icraatlarında birilerine yaranma kaygısı ve koltuk sevdası. Tabi bunların seçilmişler değil de atanmışlar olduğu gerçeğinden yola çıkarak bu atamaları yapan irade tarafından devlet organının nasıl işlevsiz hale getirildiğini görmek mümkün olacaktır. Devleti yönetecek ehil insanlar yerine biat edecek kişiliğe sahip olanların seçilmesi, bugünlere gelmemizde en önemli etken olmuştur.

Bu durumun bir veba gibi toplumun ve bürokrasinin her alanına yayılmasının önüne geçmek de mümkün olmamıştır. Benzeri bir çok örneği her kesimden her kurumdan vermek mümkündür. Mesela gazetecilere bir bakalım. Eskiden her kesimden yazdığı, çizdiği, konuştuğu ile topluma örnek olabilecek, okumaktan keyif alınan, doğruları söyleyip, eleştirmekten korkmayan kalem sahipleri  varken, şimdilerde bir kısmı tenzih ederek söyleyelim ki bu meslek de ayağa düşmüş vaziyette…

Dün eski bir asker olan Ali Türkşen’in sosyal medyada sorumsuzca paylaştığı bir listeye tanık olduk. Aldığı tepkiler üzerine önce özür dileyip listeyi kaldırdığı, sonra özürleri içeren mesajları da apar topar sildiğine şahit olduk ve bir gün sonraki yazısında özür dilemek suretiyle ne kadar “erdem sahibi olduğunu” anlattığı yazısını da gördük. Sonrasında  gelen tepkiler üzerine yeni paylaşımlar da yapmış ve toplumu bilgilendirmiş kendince. Hayatımda kimseye işkence yapmadım demiş, düne kadar söylediklerinin ve kendisi ile ilgili mahkeme kayıtlarına geçen iddiaların aksine. Belki de bu anlamda kullanıldığının farkına varmış, sosyal medyada bir iki cılız ses dışında yalnız bırakılmasından rahatsız olup çark etmeye çalışıyor olabilir. Tam da bahsettiğimiz konuya örnek bir şahıs. Liyakati olmadığı halde gazeteciliğe bürünen, hamasi söylemler ile insan haklarından ve evrensel hukuktan habersiz ve sadece kendi mahallesinden örneklerle yaşayan sabık bir asker. Bunlar birilerince kullanılmaya, miadı dolunca bir kenara atılmaya müsait isimler. Toplumun kendilerine gösterdiği teveccühü hoyratca kullanan insanlar bunlar. Nereden güç aldığını bilmek, pervasızca işkenceyi öven söylemlerde bulunup, insanları fişleyen listeler yayınlamasını anlamak mümkün değil. Bulunsun diyerek hedef gösterdiği insanlardan özür dileyerek bu fiilin hukuki sonuçlarından kurtulmak mümkün değil.Belki kendini aklama çabası, belki suçluluk psikolojisi kim bilir. Bugünün Türkiyesinde birilerine sırtını yaslayıp camdan zırhlara bürünmek, bir kaç televizyon kanalında boy gösterip ahkam kesmek sanırım onları tatmin ediyor olsa gerek. Son söz olarak, BULUNSUN diyerek listeler yayınlayanlara, ağzından çıkanı kulağın DUYSUN diyorum.

Kendini gazeteci olarak tanımlayan bazı zevat, bugün yürütülen 15 Temmuz soruşturmaları  ve yapılan muhakemeleri takip edip bağımsız olması ve adalet araması gereken mahkemelerin siyasi şubeler gibi hareket ettiğini görebilselerdi. Suçu ya da suçluyu övmeden, gerçeğin peşinde olup, evrensel hukuk kaidelerini ve insan haklarını merkeze koyarak sadece adalet isteselerdi, hem toplumun adalet anlayışının gelişmesinde hem de güzel bir ülkenin inşasında rol almış olurlardı, ama malesef…

Liyakatsizlerin adaletsizliğe yol açtığı bir ülkede bundan daha iyisini beklemek bugün için hayal olsa da, geleceğin imarı adına sadece insanı kutsayan, temel haklar, evrensel değerler ve adalet temelli bir söylem ve eylem birliğinde yılmadan devam etmeliyiz. Gasbedilen haklarımızı savunmak, yapılan haksızlıkları dile getirmek ve tüm mağdurlarla beraber hareket etmek bugün en önemli vazifemizdir.   

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *