Nagihan Yavuz, Nimet Ecem Gönüllü, Şuheda Sena Öğütalan’ın mektubu:
Değil kadınların birçok erkeğin dahi gösteremediği cesareti sergileyerek ülkemizin semalarını koruyabilmek idealiyle zorlu seçim aşamalarını geçerek Hava Harp Okulu’na girdik. Üç yıl boyunca askeri ve akademik eğitimlerde zorlanmamıza rağmen yılmadık.
O gece çatışma altında kalmamızın şokunu atlatamadan, hukuki sürece tabi olmaksızın Sulh Ceza Hakimliği’ne çıkarılarak tutuklandık.
Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na getirildiğimizde 21 yaşındaydık. İlan edilen OHAL sebebiyle 15 gün boyunca bulunduğumuz hiçbir kurumdan ailemize haber verilemedi. Ve ailemiz öldüğümüzü zannetti. Bizlerin de dışarıdan haber alabileceği gazete, televizyon gibi imkanları kullanmamız yasaktı. Halihazırda ilan edilmiş OHAL sebebiyle birçok hakkımız kısıtlandı. Normalde haftada bir olan telefon görüşleri 15 günde bir; ayda bir olan açık görüşler iki ayda bir; herhangi bir kısıtlama olmaksızın yapılan avukat görüşleri haftada bir gün bir saat ve kameralı olarak yapıldı. Bunların haricinde mektup, spor salonu, eğitici kurslar gibi haklarımız kullandırılmadı. En önemlisi de bizim gibi Hava Harp Okulu’ndan atılan öğrencilere verilen üniversite kaydı hakkı tarafımıza tanınmadı. Sınavlara dahi girmemize izin verilmedi. Yani temel haklarımızdan olan EĞİTİM HAKKI elimizden alındı. Tüm bu koşullar OHAL süresi boyunca devam etti.
Ancak 11 ay sonra hazırlanabilen iddianamemiz sayfaca kabarık olmasına rağmen bir sayfa dahi şahsımızdan bahsetmemektedir. 16. ayda Ağır Ceza Mahkemelerinde başlayan yargılanma sürecimiz 22. ayda sona ermiştir. 6 ay kimilerimizin müebbet kimilerimizin ağırlaştırılmış müebbet alması için oldukça kısa bir süre. Bu 6 ay boyunca yetkililerce içine düşmüş olduğumuz olayın aydınlatılmasına dair hiçbir şey yapılmamıştır. Örneğin olay yerine ait kamera görüntüleri olmasına rağmen izletilmemiştir. Bu bağlamda yapılan bütün talepler reddedilmiştir. Özetle yargısız infaz yapılarak o gece gibi hayatlarımız da karanlığa gömülmüştür. Tüm bunlar yaşanırken askeri öğrencilerin hiçbir şeye müdahil olabilecek yetkisinin olmadığını bilen, o tarihte görevlerine devam eden hiçbir üst rütbeli komutan tarafından bize destek verilmemiştir.
Olayın fiziki süreci bu şekilde devam ederken bizleri asıl etkileyen yaşadığımız duygusal travmalardır. Tutuklandıktan sonra 1 yıl boyunca aynı koğuşta kalmamızın ardından mesnetsiz gerekçelerle koğuşlarımız ayrıldı. Cezaevi, kendine ait bir alanın olmadığı, sevdiklerini yalnızca 35 dakika görüp bir sonraki görüşe kadar onlardan haber alamadığın bir yer. Daha açık ifade etmek gerekirse her şeye karşı duyulan özlemin yanında son tutunduğun dallardan koparılmak imkansız bir acıydı. Bu süreçte yaşadığımız duygusal travmaların en zoruydu. Bunun yanı sıra hukuki sürecimizi yakından takip eden, bizlere maddi manevi destek olan avukatımız Kemal Uçar tam da esas savunmaların verileceği celseden önce tutuklanmıştır.
Bu 3 yılda en çok insan olan yanımız yıpranmıştır. Özlem, yalnızlık, çaresizlik, tüm masumiyetimize rağmen suçlanmışlık, hakarete uğramışlık, toplumdan dışlanmışlık ve hiçbiri yetmezmiş gibi her defasında kendimizi açıklamak zorunda kalmak henüz 24 yaşındaki bizlerde çok büyük yaralara neden olmaktadır.
Bizler her şeye rağmen ülkesine faydalı birer vatandaş, üniformalarına sadık birer asker ve ailelerimize layık evlat olabilmek için umudumuzu canlı tutmaya çalışıyoruz, her ne kadar süre uzadıkça zorlaşsa da…
• En çok özlediğimiz şey:İdeallerimizi gerçekleştirebilecek ortam
• En çok ihtiyacımız olan şey: Adalet
• En çok yapmayı özlediğimiz şey: Denizde yüzmek
• En çok özlediğimiz yemekler: Izgara et, patates kızartması, kek
• En çok kısıtlanmış hissettiğimiz an: Avluda yürürken boylu boyunca uzanan duvarla karşılanmak
• En çaresiz hissettiğimiz an: 35 dakikalık kapalı görüşlerde telefonun bir anda kapatılması
• En zorlandığımız şey: Bazen günlerce süren su kesintileri
• En büyük zorluk: 21. yüzyılda çamaşır ve bulaşıkları elde yıkamak
• Buradaki en acı şey: Cezaevinde kalmak zorunda olan çocukları görmek.