Kartalların Yuvasını Yıktılar – Gizlenen Tanık Abidin Ünal
Ne zaman aynaya baksan aynı şeyi göreceksin demişti eski silah arkadaşı ona. Yaşını ele veren yüzündeki çizgilere, dökülmüş ve ağarmış saçlara alışmıştı ama yıllardır içini kemiren, kimselere söyleyemediği o gerçekler, gözlerinin ardında karanlık bir sır gibi hayatının tüm ışığını içine hapsediyor, bedenine sığmayan o korku ömrünün her anını dayanılmaz hale getiriyordu. Çünkü cesurlar bir kez, korkaklar hergün ölürdü.
Nedeni ya da niçini kendisinde saklı bir tuzağın baş aktörlerinden biri olmuştu. O güne dek ağzından hiç eksik etmediği silah arkadaşlığı, kanat arkadaşlığı söyleminin hayatının en büyük yalanı olduğu, yıllarca beraber görev yaptığı insanları kurulan tuzağa atmak için her türlü namertliği reva gördüğü ve gencecik harbiyelileri ölümün kucağına atabilecek kadar da vicdandan uzak olduğu o gece anlaşılacaktı. Sadece o değil Genelkurmay başkanı ve tüm kuvvet komutanları ‘bize dokunmayın da ne yaparsanız yapın’ diyerek onbinlerce masum silah arkadaşlarını o gece ateşe atacaklar, sorgusuz sualsiz mezara koyacaklardı. Tarih 15 Temmuzu farklı yazacak, kişisel ikballeri uğruna memleketi ateşe atanlar yakın bir gelecekte gizlenemeyen gerçekler karşısında hesap vermekten kaçamayacaklardı.
Evet neydi bu gerçekler ve neden gizlenmeye çalışılıyordu? Eğer ortada gerçek bir kalkışma ya da darbe girişimi olsaydı, neden buna en yakın şahit olan ve o dönem itibariyle tüm sorumluluk kendilerine ait olan insanlar mahkemelerde ifade vermekten kaçırılacaktı. Genelkurmay başkanı sıfatıyla Hulusi Akar’ın, Kara kuvvetleri komutanı sıfatı ile Salih Zeki Çolak’ın, Deniz kuvvetleri komutanı sıfatı ile Bülent Bostanoğlu’nun, Hava kuvvetleri komutanı sıfatı ile Abidin Ünal’ın ve Jandarma Genel komutanı sıfatı ile Galip Mendi’nin mahkemelerde, sanıklar önünde, hiçbir baskıya maruz kalmadan, hiçbir tereddüte mahal vermeden, hakim, savcı ve avukatlar ile tüm gerçekleri paylaşmaları icap ederdi ki 15 Temmuz aydınlanabilsin. Fakat birileri devleti kutsayarak suçu, cinayetleri ve ihanetleri toprak altına gömmek, ülkeyi tekrar karanlık doksanlar dönemine götürmek istiyordu.
Doksanlı yıllar Türkiyede dışa açılmanın, demokrasinin ve liberalleşmenin yeni yeni filizlenmeye başladığı yıllardı. Bir tarafta küçük, kapalı bir Türkiyenin kendilerine alan açtığı derin bir yapı, diğer tarafta yeni bir Türkiye özlemi ile Avrupa Birliği, demokrasi ve insan hakları söyleminde yeni bir siyasal yapı. Bu siyasal yapı aynı argümanları farklı açılardan kullanan bir grup siyasi hareketten müteşekkil olup,maalesef içerisinde kendilerini siyasal islamcı olarak tanımlayan ve gün gelip demokrasiyi bir araç olarak kullanarak ülkeyi tek adam rejimine götürecek bir grubu da barındırıyordu.
Doksanlı yıllar bürokratik elitin ülkede söz sahibi olduğu, askerlerin brifinglerle yargıya yön verdiği yıllardı. Bir general kameralar önünde dönemin başbakanına küfür edebilecek, genelkurmay başkanları hükümete aba altından sopa gösterebilecekti. Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat’ların dönemiydi doksanlı yıllar. Ardı arkası kesilmeyen terör eylemlerinin ve her eylemin, arkasından topluma dayattığı hukuksuzlukların dönemi olacaktı. Çünkü toplum, devletin bütünlüğü, vatanın bölünmezliği söylemleri ile adeta hipnoz ediliyor, hukuksuzluklar ve insan hakları ihlalleri ile giderek derinleştirilen problemler halkın gözünden kaçırılıyordu. Derinler ne zaman ülkeye balans ayarı yapmak isteseler terör imdatlarına yetişiyordu.
Bunları anlatıyorum çünkü hafızası olmayan bir toplum olarak aynı senaryonun farklı farklı denendiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Bugün 15 Temmuzu anlamak için geçmişte ülkeye yaşatılan acıların iyi anlaşılması gerekiyor. Çünkü dün teröre sığınarak ülkeyi kaosa sürükleyenler bugün yaptıkları tüm hukuksuzlukları 15 Temmuz senaryosuna sığdırmak ve halkı bu tiyatro oyunu ile uyutmak istiyorlar. Peki başarılı oldular mı? Onu zaman gösterecek.
Tekrar bugüne dönecek olursak, yaşanan tüm hukuksuzluklar ve yapılan tüm nümayişlere rağmen, hukuk işlemeye devam edecek ve adalet er geç yerini bulacaktır, buna inanıyoruz. Bu kapsamda yüzlerce mahmeke tutanağında adları geçen, hem öncesinde hem de o gece yaşadıkları hayatın normal akışına aykırı olan genelkurmay başkanı ve tüm kuvvet komutanlarının mahkeme süreçlerine dahil oldukları yeniden yargılama süreçlerinin başlayacağı ve tüm hukuksuz kararların ortadan kalkacağı günlerin yakın olduğunu belirtmek istiyorum.
Başta Akın Öztürk olmak üzere sanık sıfatı ile yargılanan generalinden askeri öğrencisine kadar geniş bir yelpazede pekçok insan tanık sıfatıyla genelkurmay başkanı ve tüm kuvvet komutanlarının dinlenmesini istiyor, o geceye ve öncesine ait aklından çıkmayan sorularına cevap arıyorlardu ama nafile. Bu insanlar birileri tarafından ısrarla mahkemelerden uzak tutuluyor, suskun kalması isteniyordu. Hukuk, gizli tanık kavramına aşina idi ancak “Gizlenen Tanık” kavramıyla ilk kez tanışıyordu.
Tüm kurumları ve kuralları ile masumiyeti ve hakikati araması gereken adalet mekanizmasının bilerek işletilmediği bir yer olmuştu Türkiye. Hukuk birilerinin eliyle akamete uğratılıyor, devlet denilen aygıt bilerek acze düşürülüyordu. Mahkemeler tanıkları sanıklarla buluşturmaktan acizdi ama insafsızca karar almaktan geri durmuyordu. Duruşmalar tiyatro sahnelerine dönmüş, acemi oyuncular rollerini tekrar ede ede ezberlemişti. Gizli tanıkların her gün çelişen ve değişen ifadeleri yanında gizlenen tanıkların cevap bekleyen binlerce soruları karşısında adalet can çekişiyordu.
O gizlenen tanıklardan biriydi Abidin Ünal. Devlet geleneğinde yeri olmayan ve kayıtlara giren gizli saray ziyaretleri, 15 Temmuz günü olağandışı Yalova ziyareti ve öğrencilere sarf ettiği sözler, o gece düğüne eşsiz katılması, bir kalkışma olduğuna yönelik haberler aldığında sessiz ve tepkisiz kalması, düğün yerinde beklemeye devam etmesi, tüm generaller kelepçelenip yerlere yatırılmasına rağmen kendisinin elini kolunu sallayarak helikopterle oradan alınması, Akıncıya gidişi, 141 filo koridorlarındaki görüntüler sorulması gereken sorulardan bir kaçı.
Sadece harbiyelilere ilişkin bir kaç soru bile Abidin Ünal’ın o geceye dair ne yapmak istediğini ve kimlere hizmet ettiğini ortaya koyabilir. 15 Temmuz günü Yalova kampına yaptığı olağandışı ziyaret ve mahkeme tutanaklarına geçen haliyle öğrencilere mutlak itaatten bahsedip, Türkiyenin geleceğinin harbiyelilerin omuzlarında yükseleceği tarzındaki konuşmaları ve harbiyelileri bugün çok yormayın aksam işleri var şeklindeki talimatları ne amaçla verdiği mutlaka açıklanmalıdır. Çünkü onsekiz yirmili yaşlardaki, spor ve akademik eğitimler yanında askerliğe ilişkin eğitimleri havacılık bilgi ve görgüsü ile sınırlı olan bu gençleri ziyaret edip askerlik ve itaat ile ilgili en yüksek seviyeden yani Hava Kuvvetleri komutanı olarak telkinde bulunmak hem harbiyelilere hem de başlarındaki komutanlarına verilmiş sözlü bir emir olarak ne askerlik anlayışına, ne ahlaka, ne de vicdana sığabilir.
Bugün mahkeme kapılarında ve hapishane önlerinde adalet arayan, seslerine duyurmaya çalışan binlerce insanın ve özellikle içerde olan harbiyeliler ve ailelerinin tek isteği var, adil yargılanmak. Onlar kimseden lütuf veya af dilemiyor, sadece adalet istiyorlar. Harbiyelilerin bir kısmını hala müebbetle yargılayan ve çoğunu da mahkum eden adalet nasıl bir kumpasın içine düşmüş ki, dönemin komutanlarını bırakın yargılamayı, soru bile soramıyor, mahkemeye getiremiyor.
Savunma hakları ellerinden alınan binlerce insanın, gencecik harbiyelilerin ve onların ailelerinin bu adaletsizliğe sessiz kalmalarını beklemek sadece aptallık olsa gerek. O çocukları nice emekle ve özenle yetiştiren o anaların o babaların bu dönemin pespaye uygulamalarına seyirci kalarak ciğerparelerinden vazgeçeceklerini, yıllarca vatana hizmet etmekten başka amacı olmayan değerli silah arkadaşlarımıza karşı yaptığınız hukuksuzluklara karşı sessiz kalacağımızı düşünenler varsa onlara son sözümüz, ne bizler, ne aileler, ne de bu millet bu vatan evlatlarından vazgeçmeyecektir. Unutulmasın ki adalet, birgün herkese lazım olacaktır.
Yolumuzda olsa da dağlar kalın bir perde, Pervasız bir kartalız bu hudutsuz göklerde…