15 Temmuz Kumpasını Deşifre Eden Belge: SIKIYÖNETİM DİREKTİFİ

KENAN AKIN

15 Temmuz’da görülen olayların darbe girişimi kapsamına alınmasını sağlayan iki temel eylem bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Cumhurbaşkanıyla ilgili olan Marmaris olayı, ikincisi ise henüz olaylar başlamadan Genelkurmaydan TSK’daki birlikler ile tüm bakanlıklara çekilen, darbe içerikli Sıkıyönetim Direktifidir. Diğer eylemler ülke yönetimi ve yöneticileriyle doğrudan ilgili eylemler değillerdir ve farklı şartlar altında farklı niyetleri gösterebilirler.

Darbe niyeti için kanıt olarak sunulan bu eylemlerden Sıkıyönetim Direktifinin, özellikleri ve oluşturduğu etkiler açısından incelendiğinde, 15 Temmuz’da TSK’ya kurulan tuzağın temel taşı olduğu net olarak görülmektedir. Kısaca mesajın dizaynı gereği oluşturduğu etkileri şu şekilde sıralayabiliriz:

* Sıkıyönetim Direktifinde Genelkurmay Başkanının isminin kullanılması, TSK genelinde gerçek bir sıkıyönetim durumu oluşmasıyla sonuçlanabilirdi. Akar’ın isminin kullanılmaması sayesinde ise tam tersi bir etki oluşturulmuştur. ATAMA mesajıyla da birçok komutanın da değiştirilmesiyle TSK darbe yanlıları / darbe karşıtları şeklinde yapay olarak ikiye bölünmüş, ordunun bütün enerjisi yeni komutan / eski komutan çatışmasına yönlendirilmiştir. Etkileri açısından değerlendirildiğinde mesajın Akar adına çekilmemiş olması, mesajın darbe için değil, TSK’da Ergenekon-Balyoz sanıklarının yardımıyla oluşturulan ayrım çerçevesinde bir iç çatışma oluşturulması için gönderildiği sonucuna ulaştırmaktadır.

* Olaylar daha başlamadan mesajın Bakanlıklara da adreslenmiş olması, bakanlara “sizi tutuklamaya geliyoruz” şeklinde haber vermek demektir. Bu adresleme, mesajın darbe niyetiyle çekilmediğini göstermektedir.  Etkileri açısından incelendiğinde, mesajın doğrudan Bakanların eline verilen yok edilemez yapay bir darbe girişimi kanıtı olması ve TSK’ya saldırılar için AKP ve güvenlik güçlerine yargılanmama adına bir ön güvence sağlaması maksadıyla çekildiği anlaşılmaktadır.

* Mesajın çekildiği zamana bakıldığında, intikali emredilen birçok askeri birliğin konuşlanmalarını tamamlamadan çekildiği görülmektedir. Aynı zamanda AKP tarafından organize edilmiş paramiliterler, siviller ve güvenlik güçleri tarafından TSK’nın ağırlık noktası olan Genelkurmay Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığına yönelik yapılan kuşatma hazır olduktan sonra çekildiği görülmektedir. Saat 21:30’da darbe içeriği olmadan ve güvenlik vurgusu sayesinde terör tehdidi algısı oluşturarak çekilen “Hazırlık İkazı ve Birlik İntikali” mesajı gibi tedbirler sayesinde, arzu edilen kısmi askeri hareketliliğin oluşması şansa bırakılmamış, sıkıyönetim direktifinden çok önce oluşması sağlanmıştır. Etki açısından mesajın bu saatte çekilmesi, intikaldeki askeri birliklerin bu hassas anlarında saldırı altında bırakılmasını sağlamış, kuşatılan birliklere yönelik saldırıların ise başlatılması için işaret fişeği olarak kullanılmıştır.

Mesajla oluşturulan bütün etkiler bir darbe girişiminin aleyhine olarak dizayn edilmiş etkilerdir. Mesajın mevcut dizaynı, 15 Temmuz’un bir darbe girişimi değil, TSK’nın işgali için kurulmuş bir tuzak olduğunu kanıtlamaktadır.

Yazının devamında, mesaja yönelik ayrıntılı değerlendirmeler sunulmuştur.

1. Mesajın İçeriğine Yönelik Tespitler

Öncelikle mesajın içeriği incelendiğinde, bir darbenin hedefleriyle çelişkili, hatta hedefe ulaşılmasını engelleyecek şekilde oluşturulduğu görülmektedir. Bu çelişkiler; “mesajın bakanlıklara adreslenmesi”, “darbe açısından uygun olmayan bir saatte, 22:15’de çekilmesi” ve “imza hanesinde Genelkurmay Başkanının isminin konulmamış olması”dır.

a. Mesajın Bakanlıklara Adreslenmesi

Mesajın neden bakanlıklara adreslendiğinin anlaşılabilması için, bu adreslemenin hangi etkileri oluşturabileceğine bakılmalıdır. Harekât planlamada hiçbir etki tesadüf olmadığına göre, mesajı gönderenler bu etkileri hedefleyerek bakanlıklara adreslemiş olmalıdır.

Öncelikle; 15 Temmuz’da harekât başlamak üzereyken bütün sivil makamlar sıkıyönetim direktifiyle haberdar edilmiştir. Böyle bir mesajın çekilmesi demek, özellikle kuvvet inkısamının bulunduğu askeri harekatların en önemli prensibi olan “Baskın” prensibini yerle bir etmek demektir. Sıkıyönetim direktifi mesajını, TSK ülke kontrolünü ele geçirmeden önce Bakanlıklara göndermek, “biz darbe yapmaya niyetlendik, ispat olarak da bu mesajı gönderdik, gelin bizi tutuklayın” demekle eşdeğerdir ve oldukça gülünçtür. Hiçbir askeri harekatta bu tür bir mesaj gönderilmez.

Sıkıyönetim direktifi, normal şartlarda hukuki bir sıkıyönetim ilan edildiğinde bakanlıklara da adreslenmektedir. Bu durumda mesajın bakanlıklara da gönderilmesi, mesajın bir darbe için değil, bakanlıklarla koordine içinde yürütülecek bir sıkıyönetim hali için hazırlandığı izlenimi vermektedir. Çünkü mantıken bakanların tutuklanacağı bir darbenin, bakanlara haber verilmemesi gerekir. O halde adreste bakanlıkların da olması, mesajın terör ihbarına yönelik bir versiyonunun da olabileceği ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. 

Bu durumda ilk ihtimal, mesajı göndertenlerin askeri birlikleri hukuki bir sıkıyönetim olduğuna inandırmak üzere adreslemeye bakanlıkları eklemiş olduğu ihtimalidir. Köprüye giden birlikler gibi birtakım birliklere, mesajın terör ihbarıyla ilgili versiyonu gönderilmiş olabilir. Adreslerde bakanlıkların bulunması, mesajın inandırıcılığını artırır. Bu durumda birçok askerin yurt genelinde terör ihbarı nedeniyle harekât yapıldığını düşünmesinin neden kaynaklanmış olabileceğini açıklar. Bu nedenle, sıkıyönetim direktifi mesajının yalnızca Genelkurmaydaki değil, diğer birliklerdeki ve bakanlıklara ulaşan nüshalarının da incelenmesi gerekir. Fakat maalesef ki yargılamalardaki ifadelerin büyük kısmı toplumla paylaşılmadığı için, bu tür bir mesajın var olup olmadığı ve böyle bir mesajla harekete geçirilen birliklerin olup olmadığını anlamak şimdilik imkânsız.

Yukarıda arz edilen durum, bir kanıt elde edilmediği sürece bir ihtimal olarak kalacaktır. Ancak bu ihtimal yanında mesajın bakanlıklara adreslenmesinin somut olarak oluşturduğu iki tür etki de mevcuttur.

Birincisi, o gün bir askeri hareketlilik başlatılamamış olsaydı da bakanlıklara gönderilen sıkıyönetim direktifi sayesinde darbe davalarının görülmesi ve TSK’dan planlı tasfiyelerin yapılması sağlanabilecekti. Çünkü elde, gerçekte bir darbe girişiminde bulunulmamasına rağmen, girişim olduğuna dair kanıt olarak kullanılabilecek bir mesaj olacaktı. Eğer mesaj gerçek bir darbe durumunda olması gerektiği gibi TSK içinde kalacak şekilde adreslenseydi, bu durumda hükümet, darbe girişimi iddialarını desteklemek için ihtiyaç duyduğu belgeyi temin edememiş olurdu. Çünkü bu durumda, Balyoz davalarındaki belgelerin TSK’dan toplanması esnasında yapılan ufak dijital manipülasyonlarla geçersizleştirildiği gibi, bu kez gerçek bir tuzağı farkeden askerlerce bu mesajın delil niteliğinden çıkartılması için önlemler alınabilirdi. Bunun önüne geçmenin tek yolu, direktifin bakanlıklara da adreslenmesiydi. Bu etki, mesajın bir ihtimalat planı olarak Bakanlıklara adreslendiğini göstermektedir.

İkincisi, bakanlıkların eline geçen sıkıyönetim direktifi, TSK’ya saldırmak üzere konuşlanmış olan paramiliterler, PÖH, JÖH/JÖAK ve bunları organize eden Ergenekon-Balyoz Davası sanıklarının yapacakları saldırılar neticesinde yargılanmayacaklarına dair güvence etkisi oluşturmuştur. Bir düşünün; siz bir JÖH personelisiniz ve ortada herhangi bir olay yokken Genelkurmay karargahının etrafını sarmış durumdasınız. Size bakanlar tarafından saat 23:00’dan itibaren bu karargâha saldırıp içerdeki bütün askerlerin katledilmesi emredilmiş. Eğer bu emri yerine getirirseniz, askerleri şehit etmekten ve terör saldırısı gerçekleştirmekten yargılanmayacağınızın garantisi nedir? Böyle bir durumda bu emri yerine getirmek için nasıl ikna olurdunuz? Valiliklerden yazılı izin gelmediği için aylarca PKK’ya bile operasyon yapmamışken, şifahi emir gereği kendi silah arkadaşlarınıza saldırır mıydınız? Cevabı ben vereyim, ancak Genelkurmaya saldırmanız için meşru görünen bir dayanak sağlayan yazılı bir belgenin size ulaştırılması durumunda ikna olurdunuz. Bakanlar bu emri yazılı verme riskini göze alamayacağı için, TSK’nın darbe yapacağına dair bir mesaj oluşturularak saldırı öncesi bu PÖH-JÖH/JÖAK personeline ulaştırılmıştır. Muhtemelen mesaj ile oluşturulan meşruluk etkisi sayesinde, meşru dayanağa sahip olan bu personel kendilerine verilen saldırı emirlerini yerine getirmişlerdir.

Bu mesajın bakanlıklara çekilmesi yalnızca tuzağa katılan paramiliter ve askeri personele değil, aynı zamanda AKP teşkilatları ve bakanlar için de kurtarıcı bir belge olmuştur. Sıkıyönetim direktifi zamanında elde olmasaydı ve o gece bir şekilde asker harekete geçirilemeseydi, neden birliklerin etrafının kuşatıldığı ve polis gözetiminde sivillerin askere saldırdığı açıklanamaz bir hal alırdı. Sivillerin çok önceden AKP teşkilatlarınca organize edildiği ortaya çıkar ve bu organizasyonun tamamı TSK’ya yönelik bir terör organizasyonu durumunda kalırdı. Bununla birlikte JÖH/JÖAK ve PÖH’ler komutanlıklara saldıramaz, darbeyle ilgili algı oluşmadığı için TSK işgal edilemez, katledilmesi planlanan askerler ise katledilemezdi. 

Kısaca, bütün bu etkilere istinaden, sıkıyönetim direktifinin üç temel sebeple bakanlıklara adreslendiği anlaşılmaktadır:

1. TSK’ya saat 23:00’dan itibaren saldırması emredilen güvenlik güçlerine, organizasyonda yer alan Ergenekon-Balyoz Davası sanıkları/taraftarlarına ve paramiliterlere, bu emrin uygulanması sonucunda yargılanmayacaklarına dair garanti vermek, böylece planların aksamasını engellemek,

2. TSK’da o gün bir askeri hareketlilik oluşturulamaması ihtimaline karşı, planlanan darbe davaları ve tasfiyelere gerekçe oluşturmak için ihtimalat planı olarak,

3. TSK’da o gün bir askeri hareketlilik oluşturulamaması ihtimaline karşı, planlı saldırıların yine de gerçekleştirilmesi ve AKP teşkilatı ve bakanların TSK’ya saldıran bir terörist organizasyon durumuna düşmemesi için ihtimalat planı olarak.

15 Temmuz sonrasında çıkartılan bir KHK ile olaylara karışanlara yönelik yargılanmama güvencesi verilmesi, yukarıdaki tespitleri doğrudan desteklemektedir.

b. Mesajın Saat 22:15’te Çekilmesi

Sıkıyönetim direktifi, 15 Temmuz olaylarını başlatan direktiftir. Bu mesaj eğer darbe yapma niyetiyle çekilmiş olsaydı, askeri bir harekatın temel gerekliliklerine uygun olarak, askeri birlikler harekât başlangıç mevkilerine ulaştıktan sonra çekilmesi gerekirdi. 

Bunun için son konuşlanma örneğin 23:30’da tamamlanıyorsa, Sıkıyönetim Direktifi bu konuşlanmadan sonra çekilmeliydi. Fakat bilindiği gibi, direktifin gönderildiği saat, 22:15, o gün itibariyle tamamen, kuşatılan birlikler dışındaki askerlerin intikal üzerinde saldırıya uğramasını sağlayacak bir saattir. Direktifle oluşturulması planlanan bu etkinin, 21:30’da çekilen bir mesajın da yardımıyla gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.

Yukarıdaki görselde olay günü saat 21:30’da askeri birliklere çekilen “Hazırlık İkazı ve Birlik İntikali” mesajı görülmektedir. Mesajın içeriğine bakıldığında güvenlik gerekçesiyle TSK genelinde bir operasyon yapılacağı anlaşılmaktadır. Mesajın;

* TSK genelini ilgilendirmesi;

* Verilecek görevlerin “Ülke Genelinde Meydana Gelen Ani Gelişmeler”e bağlanması,

* Gerekçe vurgusunun “İşlerliğin Devamı ve Güvenliğin Sağlanması” üzerine yapılması,

ülke genelinde “Bütün kurumlara yönelik Devletin İşlerliğini ve Güvenliğini Tehdit Edecek Ani Gelişen Bir Saldırı”, yani geniş çaplı terör saldırısı olmasının beklendiği yönünde algı oluşturmuştur. Mesaj nedeniyle “terör tehdidine karşı” hazırlık ve intikale başlayan askeri birlikler, sıkıyönetim direktifinin çekilmesiyle darbeci konumunda bırakılmışlar, intikal esnasında, yani en hassas anlarında daha önceden hazırlanmış gruplarca saldırıya maruz bırakılmışlardır.

Ä°lgili resim

Benzer şekilde direktifin çekilmesiyle, JÖH/JÖAK-PÖH unsurlarının olduğu gibi, önceden hazırlıklı oldukları tüm Kuvvet ve Jandarmadaki gelişmelerden anlaşılan Ergenekon-Balyoz Davası sanıklarının olaylara müdahale edebilmesi ve planladıkları istikamette yönlendirebilmesi için ortam hazırlanmıştır. Bu şekilde muhalif subayların varlığına inanılması sağlanarak, olayların sanki bir gruba mensup subaylarca yapılmış olduğu algısı kolaylıkla oluşturulabilmiştir. 

Örnek olarak, Balyoz sanığı dört albayın sıkıyönetim direktifinin çekilmesinin hemen ardından Jandarma Genel Komutanlığına giderek buradaki personele darbeci oldukları yönünde telkinde bulunmaları gösterilebilir. Sıkıyönetimi direktifinin hemen ardından bu albayların yaptığı girdiyle, karargahtakiler kendilerine darbeci rolü biçildiğini öğrenmişlerdir. Oluşturulan durum sayesinde bu askerler, psikolojik olarak bir çatışma ortamının yanlış tarafında yer almak zorunda bırakılmışlardır. Buna benzer olaylar diğer bir çok birlikte de yaşanmıştır.

Diğer bir çarpıcı örnek de Hava Kuvvetleri’nde yaşanmıştır. Olay günü BHHM tarafından bir yandan Malatya’da bulunan F-4 uçakarına yüksüz kalkmaları emri verilirken, diğer yandan kaldırılan F-16’lara bu uçakların bombalama yapacakları gerekçesiyle düşürülmesi emrinin verildiği anlaşılmaktadır. Bu olay da TSK içinde darbe yapmaya çalışan muhalif subaylar olduğu algısının oluşturulması çabasına çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir.

Ä°lgili resim

Sıkıyönetim direktifinin erken çekilmesi panik veya başka bir durumla da açıklanabilecek bir husus değildir. Hükümetin bize anlattığı senaryoya göre olaylara karışan bütün subaylar darbeyi önceden biliyordu. O halde darbeyi başlatmak için sıkıyönetim direktifinin çekilmesine gerek olmamalıydı. Şifahi olarak darbeyi başlatmak yerine neden mesaj çeksinler? Hatta böyle bir durumda sıkıyönetim direktifinin çekilmesi, harekatın başladığını ifşa edeceği ve hükümet tarafını harekete geçireceği için daha da ertelenmeliydi.

Direktifin çekilme saatine dikkat ederseniz, TSK’ya saldırmaya hazırlanan PÖH, JÖH/JÖAK’ların ve Ergenekon-Balyoz zanlısı veya taraftarlarının yerini alması ve Genelkurmay ile Jandarma Genel Komutanlığı önünde sivil grubun toplanmasının hemen sonrasına denk gelmiştir. Buna karşın, bu saatte intikalde olan askeri birliklerin hazırlıksız yakalanmasına sebep olmuştur. O halde direktif, darbe yapma niyetiyle çekilmiş olamaz. Direktifin çekilmesi için seçilen saatin temel etkisi, olaylara karıştırılan askerlerin intikalleri esnasında çatışmaları başlatarak bu askerlerin kolaylıkla etki altına alınmasıdır.

Kısaca mesajın gönderilme saati itibariyle aşağıdaki etkileri oluşturduğu görülmektedir : 

1. Askeri birlikleri hassas zamanlarında saldırı altına almak, 

2. TSK’da Ergenekon-Balyoz zanlısı veya taraftarlarının oluşturduğu ayrım çerçevesinde iç çatıştırma oluşturmak.

c. Direktifin İmza Hanesine Genelkurmay Başkanının Konulmaması

Sıkıyönetim direktifinin imza hanesine Hulusi Akar’ın ismi konulmamış, “Yurtta Sulh Konsey Başkanı” olarak bırakılmıştır. Hükümete bağlı basın bu durumu, Hulusi Akar’ın darbenin liderliğine ikna edilemediği için darbeye kalkışanlar tarafından imza hanesine onun adının koyulmadığı şeklinde açıklamaya çalışmıştır. 

Fakat bu açıklama, mantıklı ve tutarlı bir açıklama değildir. Açıklamanın tutarlı olabilmesi için; darbe gibi bir hukuksuzluğa kalkıştığı iddia edilen insanların, nasıl olup da Akar’ın rızası olmadığı için ismini kullanmayacak kadar hassas ve hukuk içinde davranabileceklerini de açıklaması gerekir. 

Davalar kapsamında yapılan incelemelerde, direktifin Hulusi Akar imzasıyla hazırlanan versiyonlarının da bulunduğu tespit edilmiştir. Mesajın 15 Temmuz’da yayınlanan versiyonunda kaleme alan hanesinde Genelkurmay General ve Amiral Şube Müdürü eski Kurmay Albay Cemil Turhan, müsaade eden hanesinde ise Personel Planlama ve Yönetim Daire Başkanı eski Tuğgeneral Mehmet Partigöç bulunmaktadır.

Bir düşünelim. Böyle bir sıkıyönetim direktifi altında Akar’ın imzasının olması, katılımın TSK geneline kadar yayılmasına sebep olabilir. Partigöç’ün imzasının bulunması ise, direktif yetkisiz bir personelden gönderildiği için mesajı birçok personel gözünde geçersiz kılar ve katılımı en az düzeye indirir. 

Bu şartlar altında eğer siz olsaydınız darbe yapmak için gönderdiğiniz sıkıyönetim direktifinin altına kendi imzanızı mı atardınız, yoksa Genelkurmay Başkanının imzasını mı taklit ederdiniz? Tabi ki, eğer aklı başında bir darbeciyseniz Genelkurmay Başkanının ismini koymanız gerekir. 

Mesajın gönderilmeden kısa süre önce değiştirildiğinin tespit edilmiş olması, mesajda yapılan değişikliğin, Akar’ın isminin çıkarılması olabileceği ihtimalini ortaya koymaktadır. Fakat, bu değişiklik Akar’ın emrinden çıkarak darbeye kalkışan birisi tarafından yapılmış olamaz. Çünkü böyle birisinin herşeye rağmen Akar’ın ismini kullanarak TSK içindeki algıyı manipüle etmeye çalışması, TSK genelinde bir darbe girişimi oluşmasını sağlaması gerekirdi. O halde mesajdaki değişiklik, Akar’ın isteği neticesinde ve Akar’ın kendisi ya da emrine harfiyyen uyan birisi tarafından yapılmış olmalıdır. İlaveten, Hulusi Akar’ın isminin direktifte olmamasını sağlayanlarca kontrol altında işletilen süreç sonunda Akar’ın temize çıkarılmasının amaçlandığı da anlaşılmaktadır. Bu durum da mesajın gönderilmesi olayının Akar’ın tam kontrolü altında gerçekleştiğinin ispatıdır.

Direktifi planlayanlar darbe yapma niyetinde olsa, imza hanesine Hulusi Akar’ın ismini yazıp, gerekirse imzasını taklit etmeleri gerekirdi. Böylece bütün TSK, darbe girişiminin emir-komuta hiyerarşisi içinde yapıldığına inandırılabilir ve daha yüksek katılım sağlanabilirdi. 

Şimdi olaya bir de Partigöç açısından bakalım. Mesajın gönderilmesi açısından Partigöç’le ilgili iki durumdan birisinin yaşanmış olabileceği anlaşılıyor.

1. Partigöç, darbe yapmak niyetiyle Akar’ın rızası ve emri dışında bu mesajı göndermiş olabilir. Eğer bu durum gerçek olsaydı, Partigöç’ün ne olursa olsun, darbenin TSK geneline yayılması için Akar’ın ismini kullanması gerekirdi. Ayrıca, böyle bir durumda Hulusi Akar’ın ikna edilmesi gibi bir davranış sergilenmezdi. Bununla birlikte sıkıyönetim direktifini kendi ismiyle göndererek sorumluluğu alabilen bir generalin, TRT’deki bildiriyi bizzat okuması beklenirdi. 

TRT’deki bildiriyi Partigöç’ün okumaması, onun darbenin liderliğini üstlenmek gibi bir misyon taşımadığını, o halde mesajı başkasının emriyle gönderdiğini gösteriyor. TRT’deki bildiriye bağlı olarak mesajın gönderilme emrini verenin de darbenin liderliğini üstlenmediği anlaşılıyor.

2. Partigöç, Akar’ın emriyle bu mesajı göndermiş olabilir. Ancak bu durumun gerçek olması durumunda Partigöç kendi adının mesajda bulunması riskine girebilirdi. Çünkü sorumluluk bizzat Genelkurmay Başkanında olurdu. Akar’ın ismini kullanmamış olması da bu seçeneğin gerçekleştiği izlenimini doğruluyor.

Bunlarla birlikte, Akar’ın isminin direktifte geçmemesi, askeri bir otorite olarak olayı istediği kapsamda tanımlamasına olanak sağlayacak bir olaydır. Akar’ın yaptığı tanımlama; olayın belli bir gruba mensup subaylarca yapılan bir kalkışma olduğu şeklindedir.

O halde Akar’ın isminin konulmamış olması, aşağıdaki etkilerin hedeflendiği anlamına gelmektedir: 

1. Akar’ın herhangi bir şekilde yargılamalara dahil edilememesi,

2. Plansız da olsa TSK’nın bütününün katılacağı bir darbe hareketi oluşmasının önlenmesi,

3. İddia edilen kalkışmanın belli bir gruba mensup subaylarca gerçekleştirildiği algısının oluşturulabilmesi.

Bu üç etkinin yanı sıra, direktifle kusursuz cinayet kurgusu tamamlanmıştır. 15 Temmuz’da oluşan bütün ölüm ve katliamların üzerine yıkılacağı isimler bu direktifle belirlenmiştir.

Bu tespitlere bağlı olarak İmza hanesine Akar’ın isminin konulmaması, direktifin darbe gerçekleşmesi hedefiyle çekilmediğini ispatlamaktadır. Aksine, direktif, imza hanesinde ve mesajın eklerinde bulunan isimler üzerinden darbe davalarının temelinin oluşturulmasını sağlamıştır. Eğer mesajı gönderenler Akar’a rağmen darbeye kalkışanlar olsaydı, imza hanesine Akar’ın ismini koyarak TSK çapında bir darbe girişimi olmasını sağlamaya çalışırlardı. Mesajda Akar’ın isminin geçmemesi, direktifin Akar’ın tam kontrolünde gönderildiğini ispatlamaktadır.

2. Mesajın Gönderilme Usullerine Yönelik Tespitler

Sıkıyönetim Mesajının çekilmesinin gerçek bir darbede izlenmesi gereken usullere tamamen aykırı olması, bu mesajın büyük bir tuzağın parçası olduğunu gösteriyor.

Gerçek bir darbede Sıkıyönetim Direktifi, kurye ile elden, kişiye özel olarak, Çok Gizli gizlilik derecesiyle (TSK’da harbe yönelik harekât planları Çok Gizli gizlilik derecesi taşır), yalnızca darbeye iştirak edecek komutanlara, bilmesi gereken prensibi çerçevesinde, harekat gününden çok önce, gerekli hazırlıklarını tamamlayacakları şekilde ulaştırılmalıdır. 

Böylece, darbeye karşı gelecek askerlerin darbeyi bilmesi ve tedbir alması önleneceği gibi, darbe yapılacağı da açığa çıkmamış olur. Mesajın sıkıyönetim ilan edildiği gün açıktan ve GİZLİ gizlilik derecesinde çekilmesi, ancak hükümet ile koordineli olarak ilan edilen yasal bir uygulama olması durumunda mümkün ve mantıklıdır.

Sıkıyönetim direktifi ve darbe planı ilgililerine önceden ulaştırılarak gerekli koordineler kurulmuş olacağı için, gerçek bir darbenin harekât başlama saatinde harekât, bir parolayla başlatılır. Örneğin bu parola Kıbrıs harekâtında “Ayşe tatile çıksın” iken, 1960 darbesinde “Dündar Seyhan’ın oğlu sınıfı geçti”dir. 15 Temmuz’da darbe girişimi olduğu iddiasının en büyük çelişkilerinden birisi bu harekatta parola usullerinin uygulanmamasıdır.

Gerçek bir darbede Emniyet ve Valilik gibi kurumlara bu direktifler, askerler buralara ulaşarak kontrol altına aldıktan sonra, askerlerin başındaki görevli komutan tarafından elden verilir ve işbirliği çağrısında bulunulur. Benzer şekilde, bakanların da askerlerin tutuklamaları esnasında kendilerine verdikleri kapalı zarflar ile bu olaydan haberleri olur. Böylece bilmesi gereken prensibi ihlal edilmemiş, harekata yönelik bilgi dağılımında lokalizasyon sağlanmış olur. 

Kısaca daha önce geçerliliği tecrübe edilmiş bu usullerin dışındaki uygulamalar, 15 Temmuz planlayıcılarının gerçek bir darbe hedeflemediğini gösteren kanıtlardır.

Usul açısından bakıldığında, aşağıdaki etkilerin oluşturulduğu görülmektedir :

1. TSK’da tesadüfi bir azınlığın harekete katılımının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Bu şekilde oluşturulan tesadüfi hareketlenmeyle, AKP güdümündeki subaylar tarafından TSK içinde oluşturulan organize hareketlenmenin (terör ihbarı aldatmasıyla askerlerin köprüye sevk edilmesi gibi) gizlenmesinin hedeflenmiş olması yüksek ihtimaldir. 

2. Oluşturulan darbe görünümlü hareketlenmenin bir gruba mal edilerek TSK içerisinde karşıt grubun oluşturulmasının sağlandığı, Balyoz-Ergenekon unsurlarının da karşıt hareketi ateşlemesinin sağlandığı görülmektedir.

3. Mesajın 15 Temmuz’daki Etkilerine Yönelik Tespitler

15 Temmuz’dan önceki günlerde, personelde TSK’nın komuta kademesi tarafından uzun süredir darbeye yönelik niyetleri olduğu izlenimi oluşturulmuş durumdaydı. Bu şartlar altında gönderilmiş olan sıkıyönetim direktifi, muhtemelen bir kısım personelin emir-komuta içinde darbe gerçekleştiğini sanarak reaksiyon göstermesiyle sonuçlanmıştır. Diğer deyişle Genelkurmay’dan bir sıkıyönetim mesajı çekildiğinde düşük bir orandaki personelin mesajı gerçek sanarak harekete geçmesi kaçınılmazdır. Bu oranın sıfır olmasını beklemek gerçekçi değildir. Gönderilen mesajlarda yapılan atamalarla eski komutan-yeni komutan çatışmalarının oluşması sağlanmıştır. Bu durum, Sıkıyönetim Direktifinin darbe olarak algılanan tesadüfi eylemlerin gerçekleşmesi ve TSK’da Ergenekon-Balyoz sanığı subaylar ve taraftarlarının oluşturduğu ayrıma göre bir iç çatışma oluşması maksadıyla gönderildiği anlamına gelmektedir 

Bu mesaj gece 03:00’da da çekilseydi de durum değişmezdi. Çünkü, TSK ülkede yönetimi ele almadan önce Bakanlıkları haberdar etmek, hükümetin yine gerekli tedbirleri almasıyla sonuçlanırdı. Öncelikle, öncelikli hedef durumunda olan hükümet yetkililerinin durumdan haberdar olarak gerekli tedbirleri almasını sağlar, bulunamayan bakanlar tutuklanamazdı. Böylece ülke liderliğinin ele geçirilmesi imkânsız hale gelirdi. 

Asayiş açısından bakıldığında da haberi alan bütün güvenlik güçleri en fazla bir saatlik acil toplanma planını işletirdi. Dolayısıyla henüz askerler görev yerlerine intikalleri tamamlamadan ya da tamamlandıktan kısa bir süre sonra güvenlik güçleri karşı koymaya hazır hale gelirlerdi. Birlikler ve güvenlik güçleri arasında çatışma çıkar, kuvvet oranı olarak toplamda %1 oranındaki askerler nihayetinde ele geçirilir ve girişim başarısız olurdu.

Kısaca sıkıyönetim direktifi 15 Temmuz’da henüz olaylara karışacak askerlerin bile haberi yokken sivil makamlara adreslenmiş, böylece askerler henüz hazır bile değilken TSK’ya karşı operasyon düzenlenmesine ve askerlerin şehit edilmesine gerekçe oluşturmuştur. Mesajın bu etkiyi oluşturacak şekilde düzenlenmiş ve çekilmiş olması, 15 Temmuz’un TSK’ya yönelik bir tuzak olduğunu ispatlamaktadır.

Sonuç

Yapılan inceleme neticesinde elde edilen bulgular, dört temel açıdan mesajın gerçek bir darbe girişiminde gönderilmesi gereken mesajdan farklı şekilde dizayn edildiğini göstermektedir.

Birincisi, gönderme şekli açısından: Direktif, darbe mesajı olması nedeniyle gizliliğinin muhafazası için yalnızca sıkıyönetim komutanlarına, kişiye özel ve kurye ile gönderilmesi gerekirken, bütün TSK’ya ve tüm Bakanlıklara adreslenmiştir. Bu gönderme yönteminin izlenmesi neticesinde; 

1. Mesaj, TSK’ya yapılacak saldırılar için PÖH-JÖH/JÖAK-Paramiliterler, Ergenekon-Balyoz sanıkları/yanlıları ve diğer saldırganlar için yargılanmama güvencesi oluşturmuştur. 

2. Askeri bir hareketelilik oluşturulamaması durumunda da işe yarayacak şekilde, darbe davaları ve tasfiyelerin temel gerekçesini oluşturmuştur. 

3. Askeri bir hareketelilik oluşturulamaması durumunda AKP’nin düşeceği teröristlik durumunun engellenmesi için bir güvence oluşturmuştur. 

Bu etkiler nedeniyle mesajın Bakanlıklara adreslenmesinin, aynı zamanda bir ihtimaliyat planı olduğu anlaşılmıştır.

İkincisi, gönderildiği saat açısından: Direktif bir darbe girişiminde “Manevra Üstünlüğü” ve “Baskın Etkisi”nin oluşması için askerlerin intikalleri tamamlandıktan sonra gönderilmesi gerekirken, intikaller esnasında veya intikallerden çok önce gönderildiği görülmüştür. Bu uygulamanın etkilerinin bir darbenin hedeflerinin aksine olarak; 

1. Askeri birlikleri hassas zamanlarında saldırı altına almak, 

2. TSK’da Ergenekon-Balyoz zanlısı veya taraftarlarının oluşturduğu ayrım çerçevesinde iç çatıştırma oluşturmak 

şeklinde oldukları tespit edilmiştir.

Üçüncüsü, imza hanesi açısından: Darbe girişiminin TSK geneline yayılması için mesaja Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın isminin dahil edilmesi gerekirken, bunun yapılmadığı tespit edilmiştir. Bu uygulama tarzının gerçek bir darbenin hedeflerine aykırı olarak;

1. Akar’ın herhangi bir şekilde yargılamalara dahil edilememesi,

2. Plansız da olsa TSK’nın bütününün katılacağı bir darbe hareketi oluşmasının önlenmesi,

3. Bu kalkışmanın belli bir gruba mensup subaylarca gerçekleştirildiği algısının oluşturulabilmesi.

etkilerini oluşturması maksadıyla gerçekleştirildiği anlaşılmıştır.

Dördüncüsü, usul açısından: Bir darbe girişiminde direktiflerin, sıkıyönetim komutanlıklarının gerekli hazırlıklarını tamamlaması için çok önceden gönderilmesi gerekir. Direktifler önceden bilindiği için harekât, parolayla başlatılır. Böylece harekatın gizliliği korunmuş olur. 15 Temmuz’da ise; harekât sıkıyönetim direktifiyle başlatılmıştır. Bu uygulamanın oluşturduğu etkilere bakıldığında aşağıdaki şekilde ortaya çıktığı görülmektedir.

1. TSK’da tesadüfi bir azınlığın harekete geçirilmesi,

2. Oluşturulan darbe görünümlü hareketlenmenin bir gruba mal edilerek TSK içerisinde karşıt grubun oluşturulmasının sağlanması, Balyoz-Ergenekon unsurlarının da karşıt hareketi ateşlemesi,

3. TSK’da Ergenekon-Balyoz zanlısı veya taraftarlarının oluşturduğu ayrım çerçevesinde, olayı ateşlemeleriyle iç çatıştırma oluşturulması.

Kısaca, sıkıyönetim direktifi mesajında görülen bütün hususlar, bir darbenin hedefine aykırı olarak dizayn edilmiştir. Bu mesajın bahse konu dizaynla gönderilmesi tesadüfi veya yanlışlıkla olabilecek bir olay değildir. Mesajdaki bütün düzenlemelerin iddia edilen darbe aleyhine olacak şekilde yapılmış olması, yanlışlıkla açıklanamaz. Bu dizayn, 15 Temmuz planlayıcılarının TSK’yı düşürmek istedikleri tuzağın temel çizgilerini sıkıyönetim direktifiyle çizdiklerini ortaya koymaktadır. Nitekim, direktif çekildikten sonra gelişen olaylar, yukarıda tespit edilen etkiler çerçevesinde cereyan etmiştir.

Ulaşılan bu tespitler, aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *