Kartalların Yuvasını Yıktılar (I) – Neden Harbiyeliler?
Y.AKIN KOLDA
Bakırköy’den trene bindiğinde sadece bir durak sonra ineceğini bilerek saatine bile bakmaya ihtiyaç duymadan izin dönüşüne başlayan, bu hattaki en uzun mesafeli duraklardan biri olduğu için daha istasyona yanaşmadan ayağa kalkan ve sol taraftaki pencerelerden sahilde bir martı gibi nazenin süzülen okuluna ve üzerinde salınan hayalini kurduğu gümüş rengi bröveye bakan kısa saçlı gençlerin Harbiyeliler olduğunu anlamakta zorlanmazsınız. Evet, Yeşilyurt durağında inen ve sakin adımlarla izninin son anlarının keyfini çıkarmaya çalışan genç, dinamik ve vatansever Hava Harbiyelilerden bahsedeceğim bugün.
Harp Okulları her zaman kuvvetlerin gözbebeği olan, her personelin çalışmak isteyeceği müstesna birliklerden biridir. Harp Okulu Komutanlığı yapmış komutanların ekseriyeti Hava Kuvvetleri Komutanlığına kadar yükselmiş generaller olduğundan bu göreve atananlara geleceğin Hava Kuvvetleri Komutanı, Alay Komutanı olan albaylara ise müstakbel generaller nazarıyla bakılır. Hava Harp Okulu her açıdan sorumluluğu fazla, görev tatmini yüksek ve herkesin gözünün üzerinde olduğu bir birliktir. Bu yönüyle de müstakil hareket etmeye alan bırakmayan, tüm faaliyetlerin hem Hava Eğitim Komutanlığı hem de Hava Kuvvetleri Komutanlığı ile koordineli yürütülmesini gerektiren emir ve komuta yapısına haiz, özel bir birliktir.
2016 yılı önceki yıllar gibi Eğitim öğretim faaliyetlerinin ve kamp içinde icra edilecek eğitimlerin bir yıl öncesinden onaylanıp, gerekli koordinelerin yapıldığı bir sıradan yıldı. Ne kampa gidiş tarihi olan 13 Temmuz 2016 gününde ne de Ankara’da icra edilecek paraşüt eğitimlerinde değişiklik yapma imkânı yoktu, zaten yapılmamıştı da. Tüm eğitimler ve zaman planlaması tam bir yıl önceden yapılmış, Hava Kuvvetlerinin de onayı alınmıştı. Hava Harp Okulu Komutanı da dahil tüm komuta kademesi planlamaya uygun hareket edilmesinin takipçisi idiler ve bu program dışına çıkacak inisiyatife sahip değildiler. 2016 Temmuz ayı Hava Harp Okulu için diğer yıllardan farksız bir kamp ayıydı ve tüm faaliyetler eğitim öğretim planına uygun bir şekilde yürütülmekteydi, ta ki bir kişinin müdahalesine kadar.
Menfur 15 Temmuz sonrası pek çok mahkeme kayıtlarında yer alan ifadelerden de anlaşılacağı üzere o yılkı eğitime kadar olmadığı şekilde dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı 15 Temmuz günü Yalova kampına gidecek, öğrencilerle yemek yiyecek ve komutanlarına “Akşam zaten yorulacaklar, bu çocukları yormayın!” diye sözlü emrini verecekti. Ancak kapalı kapılar ardında gerek okul komutanına gerekse alay komutanına ne tür emirler verildiğini bilmek, imkânsızdı. Ama görünen o ki, o gün hava kararıp saatler 22.00 olduğunda karanlık bir tuzak işlemeye başlayacak, harbiyeliler ve tüm komuta kademesi kendilerine hazırlanan tuzağın ortasına hiçbir şeyden habersiz ilerleyeceklerdi.
Halbuki aynı saatlerde Moda Deniz Kulübünde düğünde olan Abidin Ünal, Mehmet Şanver ve hemen hemen kuvvetin bütün birlik komutanları Silahlı Kuvvetlerde anormal bir hareketlilik olduğundan haberdardı. Şanver general kendi ifadesi ile saat 22.05 te Eskisehir’i arayıp darbe yapıldığını anlıyor ve o sırada yanındaki Abidin Ünal’a rağmen Eskişehire darbe karşıtı talimatlar veriyordu. Yani saat 22.05 den itibaren oradaki herkes olayların farkına varıyor ve telefonlar ile birliklerine ulaşıp tedbir almaya çalışıyor ancak Abidin Ünal iki adım ötedeki en yakın birlik olan ve Tafiks askeri telefon hattına sahip Fenerbahçe Orduevine gitme ihtiyacı dahi duymuyor, düğün yerinde kalmaya devam ediyor, sanki bir şeyleri ya da birilerini bekliyordu.
Bekleyen sadece o değildi, kilometrelerce ötede Yalova’da henüz üç gün önce geldikleri kamp alanında hiçbir şeyden habersiz tüm harbiyeliler çadırlar bölgesinde apar topar toplanmış, yarı uykulu, yarı uyanık otobüs ve minibüslere araçların kapasiteleri oranında 315 harbiyeli bindirilmiş ve hareket saatlerini bekliyorlardı. Ne gidecekleri istikametten ne de varacakları yerden habersiz, sessiz, omuz omuza, Temmuz sıcağının ve klimasız mavi otobüslerin terlettiği alınlarını silerek, kimisi eğitim yaptığını, kimisi okula geri döneceğini düşünerek bekliyorlardı. Araç yetersizliği nedeniyle kampta kalan yaklaşık beş yüz civarı diğer grup harbiyeliler ise, arkadaşlarına uzaktan bakıp, belki birkaç saat içinde gittikleri eğitimden dönecekleri ve gelecek araçların kendilerini de alacağı düşüncesiyle karanlık çadırlarının önünde beklemeye koyuluyorlardı. Saatler 16 Temmuz 00.07 olduğunda ilk otobüs Yalova nizamiyesinden çıkış yaparken, ne güvenlik gerekçesi ile kapıda bekleyen polis ekibi çıkışa engel oluyor ne de Türkiye genelinde belediyelerin nizamiyelere yığdığı harfiyat kamyonlarından ya da çöp araçlarından eser görünüyordu. Tüm Türkiyenin ayakta olduğu saatlerde herşeyden habersiz olarak Habiyeliler planlı bir tuzağın içine sürükleniyorlardı. Ne gidenlerin ne de geride kalanların olacaklardan haberi vardı, gün onlar için Temmuz ayından bir gün, saatler gece yarısıydı.
Halbuki birileri için 15 Temmuz kan ve gözyaşı ile önceden tasarlanmış ve ölümle beslenenler için Allah’ın lütfu olarak tanımlanmış bir gün olacaktı. Karanlık, genç harbiyelilerin gelecekleri, umutları ve asumana olan aşklarının üzerine karabasan gibi çökerken, kendi ikballeri uğruna binlerce insanı ölüme gönderenlerin ihanetlerini, kirli emellerini ve günahlarını bir süre örtecek kalın bir perde olacaktı. Gece tükenen çığlıkları ile sona erdiğinde manzara daha da netleşecek, birçok şey ortalıkta sahipsiz kalacaktı: sahipsiz bedenler, sahipsiz evlatlar, sahipsiz mermiler, sahipsiz asker, sahipsiz devlet…
Çoğu on üç on dört yaşlarında girdikleri askeri okuldan mezun olup gelmişlerdi Harp Okuluna. Her biri ülkemizin ayrı bir bölgesinden gelen, zeki, çalışkan ve vatansever aile çocuklarıydı. Kimisi bir kimisi iki sene önce girdikleri Harp Okulunda emsallerinin üzerinde çaba sarf ederek hem akademik eğitimlerini devam ettiriyor, hem askerlik mesleğini öğreniyor hem de spor ve sosyal alanlarda kendilerini geliştiriyorlardı. Gayeleri dört sene sonunda katılacakları Hava Kuvvetleri saflarında memlekete en iyi şekilde hizmet edecek donanıma sahip olmak ve üniformaları ile ailelerini gururlandırmaktı. On yedi, yirmili yaşlardaki bu gençler Hava Kuvvetlerinin geleceği, ailelerinin biricik evladı ama yine de henüz bir çocuk ve ana kuzularıydılar. Kimler, neden bu geleceğimiz dediğimiz masumlara el uzattılar, neden onları hedef aldılar, asıl soru bu…
Hava Harp Okulu Yalova kampından araçlarla yola çıkarılan 315 harbiyeli ve onların istemeden dahil oldukları cehennem ortamı bir tarafa bırakıp, 31 Temmuz 2016 günü yani menfur olaydan sadece 15 gün sonra yayınlanan 669 sayılı OHAL Kanun Hükmünde Kararnameye baktığımızda tüm askeri liseler, astsubay hazırlama okulları kapatılırken, Harp Okullarının yapısı değiştirildi ve hepsinden önemlisi yaklaşık on beşbinin üzerinde askeri öğrenci okullarından atıldı, neden? Yapılan tutuklamalar ile yargılamaların hukuki olmadığının ve bahse konu harbiyelinin bu sonucu elde etmek üzere birileri tarafından bilerek ateşe atıldığının en önemli kanıtı bu 669 sayılı KHK’dır. Birileri Türk Silahlı Kuvvetlerinin köklerini kesmek, geleceğini çalmak, istikbal ve istiklalini karanlığa gömmek istemiş ve bunu da OHAL çerçevesinde hukuksuz olarak tüm askeri öğrencileri okullarından tasfiye etmek suretiyle maalesef gerçekleştirmiştir. 15 Temmuz’un koyu ve kirli karanlığında bu gencecik vatanseverler feda edilmiş, Türk Silahlı Kuvvetlerine büyük bir darbe indirilmiştir.
Menfur 15 Temmuz olaylarını planlayanlar her kimler ise elde etmek istedikleri sonuçları baştan tasarladıkları ve harbiyelileri de bu tuzağın içine çekerek Türk Silahlı Kuvvetlerini yeniden şekillendirmek istedikleri açıktır. Eldeki verilerden anlaşılan odur ki, bu kanlı planın en önemli parçası o gece Ankara ve İstanbul’da harbiyelilerin de dahil olduğu on binlerce asker, polis ve sivil vatandaşın kaos ortamında öldürülmesidir. Bu suretle önceden planladıkları tüm hukuksuzlukları millete dayatacak ve kimsenin itirazına fırsat vermeyeceklerdi. Fakat bu alçak planı bozanların kendilerini feda ederek şimdilerde her türlü iftiraya maruz kalan, o vatansever askerler olduğu yakın zamanda anlaşılacaktır. Tarih o kahraman askerleri, Ferhatları, Ahmetleri, Emreleri, Hüseyinleri, Hakanları, Alileri, Ragıpları, Muratları ve daha nicelerini isim isim yazacak, şimdilerde ortalıkta gezinen ve üniformaları dolduramayan o sahte yüzler de karanlığa gömülüp kaybolacaklardır, bundan hiç şüpheniz olmasın…
Harbiyelier için aradan geçen üç sene zarfında devam eden hukuk mücadelesi ve adalet arayışı maalesef henüz karşılık bulmamış, 257 Harbiyeli müebbet cezasına çarptırılarak cezalandırılmış, dışarda olup öğrencilik hakları gasp edilenlere de gözdağı verilerek adeta halinize şükredin denilmiştir. Ancak alınan tüm hukuksuz kararların günü geldiğinde bozulacağı ve adaletin er ya da geç tecelli edeceği açıktır. Önemli olan bu süreçte yaşanan her türlü olumsuzluğa rağmen hem içerde hem de dışarda mücadelelerine devam eden harbiyelilerin inancı ve birbirlerine olan güvenleridir. Önemli olan ailelerin af değil adalet istemesi, herşeye rağmen yalnız olmadıklarını bilmeleridir. Kaybettiğimiz canlar için Allah’tan rahmet dilemekten başka bir şey elimizden gelmese de kalanlar için güzel günler hayal etmemiz engellenemez. Çünkü Harbiyeli Zor Ortamlara Tam İntibak edendir, çünkü Harbiyeli pervasız bir kartaldır, bu hudutsuz göklerde.