Duyulmayan, duyulmak istenmeyen bir Türkiye Hikayesi …

HALİS TUNÇ

Geleceği parlak görünen bir lise öğrencisi Işıklar Askeri Lisesinden Harp Okuluna geçerken, yıllığına iki sınıf üstü, havacılarda kullanılan hitap şekliyle ağabeyinin düştüğü ilk not sanki vatana hizmeti amaç edinene kolayca, acımasızca, zalimce terörist damgasının vurulacağı bugünleri işaret eder nitelikte! “Seninle tanıştığımızda daha çocuktun, şimdi gerçekten kartlaştın. Yani sabrettin, direndin, güçlendin ve beş yıllık çok zorlu bir eğitimden sonra bir şanlı yuvadan diğerine geçmeye hak kazandın. Bundan sonra daha da zorlu bir sürece gireceksin ve daha çok sabretmen gerekecek, ama şunu da bilmelisin ki bu zorlu yolun sonunda seni bekleyen çok güzel bir görev var. Umarım bu samimiyet bağımız görev hayatımızda da devam eder ve vatanımız için en güzel hizmetleri beraber gerçekleştiririz.” 

Başka bir arkadaşının sayfanın tam da sonuna düştüğü, “İçindeki pilotluk aşkının bir ömür sürmesi ve aileni bir ömür gururlandırman dileğiyle yolun açık olsun” temennisi ise, toplumun elbirliği ile yok ettiği gençlerin hayalleri, anne ve babalarının gururlarıydı. 

MELEK-TAHA FURKAN ÇETİNKAYA

Henüz 19 yaşında, baharlarda kalplerinin heyecanla kıpır kıpır atması, âşık olduğu kızın örgülü saçlarından, bakışlarındaki pırıltıdan bahsetmesi gereken çocuklarımız; hapishane hücrelerinde, “celladı ben olayım” dercesine yarışan, önü düğmeli-ilikli cübbelilerin karşısında yaşamın en korkunç yüzüyle mücadele veriyorlar. Birileri, belli ki bir şeylerin diyeti olarak, pilot olma sevdasıyla gökyüzünden yeryüzüne bakmayı hayal eden Hava Harp Okulu öğrencilerinin, yeryüzünden gökyüzüne bakışlarını bile ömür boyu yasaklamak istiyor. 

Daha 19 yaşında, akranlarının anne babalarına nazlandığı, gelecek hayalleri bile kurmaya başlamadıkları bir yaşta, Hava Harp Okulu öğrencileri, 50 yaşında olanlarımızdan bile daha büyük bir olgunluk sergileyerek, başları dik şekilde, enselerinde nefesini hissettikleri cellatlarının delile, ispata gerek duymadan yaşamlarını almak üzere çatırdattıkları kalemlerinin duruşma salonlarını inletmesine itibar etmeyeceklerini; tarihte eşine az rastlanır vakur bir cesaretle, “Ne zulüm, ne ölüm, ne de korku başımızı eğemez!” haykırışları ile yüzlerine vuruyorlar. Hem de Henüz 19 yaşında; insan yavrusu için hayata tutunmanın, anne ve baba cesaretlendirmesine ihtiyaç duyduğu yaşta! 

İşte Taha Furkan ÇETİNKAYA da o cesur yüreklerden biri. Tıpkı diğerleri gibi, hücre parmaklıklarını eritecek yüreklilikle babasını ve emdiği pak mı pak sütün serinlettiği vicdanıyla Melek annesini teselli etmeyi bile kendine vazife biliyor.

Farklı bir boyuta hapsedilmiş gibi çocuklarımız, yaşadığımız üç yıllık zaman diliminde, karanlık ellerle kurulan mengenede 300 yıllık çileli ömür yaşamışlık erdemiyle bize adalet dersi veriyorlar. 

Hokkabazlar dünyasında halkın gözü önünde ömrü hiç edilen Taha Furkan ÇETİNKAYA’nın mahkeme salonundaki sesine kulak vermenizi istiyorum. Hiç duymadığınız ya da belki duymak istemediğiniz, veya huzurlu sandığınız hayatınıza iyi geldiği için duymamazlıktan gelmeyi tercih ettiğiniz; ömrüne ipotek konulmak istendiğini “ben masumum” çığlığı ile haykırarak anlatan bu sesin, vicdandan yoksun ruhlarca karanlığa gömülen salona nasıl hapsedildiğini görmenizi istiyorum.

Hava Harp Okulu öğrencisi Taha Furkan ÇETİNKAYA’nın mahkemedeki savunması:

(Mahkemenin SEGBİS dökümü aynen verilmiştir)

“….. Konuşmama başlamadan önce şehit Ragıp Enes KATRAN ve Murat TEKİN’i ve tüm şehitlerimizi anıyorum. Önceki savunmalarımı tekrarlıyorum. Geldiğimiz noktada kimsenin aslında bizim için ……. düşündüğünü sanmıyorum. Olmayan olaylarımızla ilgili de anlatacak fazla bir şey kalmadı. Fakat yine de 15 Temmuz gecesini kendi açımdan anlatmam gerekirse, daha önce yüzlerce kez aldığım bir emir olan “Araçtan in” emrini müteakip ayağım bir kez asfalta değdi. Onda da İstiklal Marşı’nı okuyanları görünce indim esas duruşa geçtim, İstiklal Marşı’na eşlik ettim ve hemen ardından halkın sevgi gösterileri eşliğinde tekrar otobüsüme bindim ve oturmaya devam ettim. Sayın savcının ısrarla “Eylemlerine devam etmişlerdir” derken bahsettiği eylem budur. Oturmak! 

Zaten savcının mütalaasında sayfa 7’nin sonu ve 8’de “Sanıkların olay mahallinde gerçekleştirdikleri eylemler” başlığı altında maddeler var. Orada adım geçmiyor benim. Esasen mütalaada da 755 sayfalık iddianamede de sanık listesi içinde adım hiç geçmiyor. Fakat buna karşın 21 aydır tutukluyum ve hakkımda iddianamede en yüksek ceza isteniyor.  

Biraz mütalaadan bahsedecek olursam; sayın savcı 127 tane sanığın ifadesini, savunmasını yarım sayfadan daha kısa özetlemiş ve demiş ki “bu savunmalara itibar edilemez …… suçtan kurtulmaya yönelik”. Şimdi ben suçsuzsam neyle savunma yapmam gerektiğini anlayabilmiş değilim.

Diğer bir madde de gece geç vakitlerde plansız ve ani olarak tatbikat için bir başka şehre gidilmesi hayatın olağan akışına aykırıdır demiş. Öncelikle tatbikat zaten Askeri Tatbikat Raporu’nda belirtildiği üzere savcının kanaatinin aksine gece geç vakitlerde plansız ve ani olarak yapılır.

Ayrıca mütalaada gece 12’de okula dönülmesi ve mühimmat alınması da olağan değildir deniyor. Bununla ilgili yola çıkana kadar bana zaten bir bilgi verilmedi. Yolda iken terör saldırısı olabilir, biz güvenliğiniz için okula geri dönüyoruz denildi. Bu zaten olağan bir durum değil, hiçbirimiz bunun olağan bir durum olduğunu iddia etmiyoruz. Yani daha önce bize şu an terör saldırısı olacak denmemişti. İlk defa öğrenmiştim. Onun üzerine okula acil bir dönüş talimatı verilmişti. Onun dışında benim kamptaki diğer arkadaşlarımızın gelip gelmeyeceği, bizden önce birlikte başka birilerinin çıkıp çıkmadığını, çıktıysa nereye gittiğini veya Hava Harp Okulu’ndaki personelin de birlik dışına çıktığını bilmem mümkün değil. Zaten bunu bilebilecek durumda olsam, o anda ülkemizde gerçekleştirilmekte olan bir darbe girişiminden de haberdar olurum. Fakat değilim!

Bunu defalarca anlattık. İzole bir ortamda yaşıyorum. Herhangi bir elektronik araç gerece de ulaşma imkanına sahip değilim. Komutalarımın bana verdiği bilgi dışında bir bilgiye sahip olma imkânım yok. Buna bir örnek vermem gerekirse yine; mesela burada sabahtan akşama kadar duruşma salonunda oturuyoruz, biz sanıklar olarak. Beni buraya getirmek için koğuşumdan sabah altıda çıkarıyorlar. Akşam sekizi onu buluyor dönmem. Bu süre zarfında ülkemizde bütün dünyanın duymuş olduğu bir olay olsa, eğer biri bana gelip bilgi vermezse benim bundan da haberim olmaz. Bütün dünyanın bilmesine karşı ben bilmemiş olurum ve bu da normal bir durum olmuş olur bence. 

Mütalaadaki diğer bir kısımda, “Araçlarda toplam 6 kişide cep telefonu bulunduruyor olması rütbeli asker sanıkların, askeri öğrenci olan sanıkları bilgilendirmişlerdir” şeklinde anlamsız bir cümle var. Devamında “Askeri öğrencilerin komutanlarını korumak için bunu gizlediği” iddia edilmiş. Hiçbir delile dayandırılmayan ve şahsi kanaatten öte gitmeyen bu iddia için şunu söyleyebilirim: Bence asıl hayatın akışına aykırı olan 116 tane askeri öğrencinin sulh ceza ve savcılık ifadesinde ve mahkemede savunmasında aynı şeyleri söylemesidir. Diğer türlü savcı tarafından örgütsel ifade vermemize yorulsa da aynı ifadeyi vermemiz aynı şeyleri anlatmamızın, aynı olayın içinde bulunmamızdan başka bir sebebi yoktur. Ayrıca ceza evinde 7 kişilik koğuşlarda 39 kişi ile insani yaşam standartlarının çok çok altında 21 ayı geçirdiğimiz göz önünde bulundurulursa ve müebbet hapisle yargılandığımız düşünülürse kimsenin kimseyi korumayacağı anlaşılabilir. 

Başka bir maddede “Haklarında beraat talep ettiğimiz araç şoförleri gibi olay mahallinde aktif bir harekette bulunmama, olaylar başladığında teslim olma veya olay yerini terk etmemişlerdir” deniyor. Olay mahallinde aktif bir hareketimin olmadığının iddianame ve mütalaa ile sabit olduğunu söylemiştim. Olaylardan kasıt ne bilmiyorum ama baştan sona kesin vaziyette otobüste oturduğumu da belirtmiştim. Bu durumda olay yerini terk etmem ise mümkün olmadığı gibi, son derece saçma olurdu. Sonuçta bu durumun beraat talep etmeyi gerektirdiğini yazan savcının hakkımda en ağır cezayı talep etmesi yaman bir çelişki oluşturmaktadır.

Şimdi mütalaada en çok dikkatimi çeken ibareyi aktarmak istiyorum: “Dosyada mevcut görüntüler, raporlar, ifade tutanakları ve bütün deliller sanıkların bilerek ve isteyerek eylemlerini gerçekleştirmek istediklerini ortaya koymaktadır” deniyor. Sormak istiyorum: Hangi görüntü, hangi rapor, hangi tutanak, hangi delil ve hangi eylem? Oturmak ve İstiklal Marşı okumaktan başka bir eylemde bulunmadığımı yineliyor ve aksini gösteren bir görüntü, rapor, tutanak, delil var ise sayın savcının bunun bizimle de paylaşmasını rica ediyorum.

Diğer bir ibarede de “Askeri öğrencilerin teamüllere aykırı şekilde önceden seçilerek belirlenmiş olması deniyor”. Öncelikle o sırada numarası okunanlardan olmayanları belirten arkadaşlarım tamam o zaman sen gel denilerek çağırıldığını söylemiştik. Bu yüzden numara listesine büyük bir anlam yüklemek anlamsız olacaktır. Ayrıca bu konuda bize bilgi verilmedi. Fakat şahsen bu öğrencilerin genel olarak disiplin yönüyle öne çıkanlar olduğunu düşündüğümüzü de söylemiştik. Zaten iddianamede de bu şekilde yer alıyor. Bu ibarede daha dikkat çeken kısım ise; teamüllere aykırı şekilde denilmesi. Sayın savcı teamüllere aykırı olduğu kanısına nasıl varmış bilmiyorum ama benim 6 yıllık askeri öğrencilik hayatımda gördüğüm kadarıyla askeriyede her iş rütbe ile yapılır. Sonuç olarak, savcının darbe faaliyetleri kapsamında bilinçli şekilde kamptan çıktığım iddiasını ve dosyada bununla ilgili en ufak delil veya bir emare olmamasına karşın bu iddianın dosya kapsamı ile sabit olduğu ifadesini kesinlikle reddediyorum ve beraatımı talep ediyorum. 

  Konuşmamı bitirirken, bizleri hiç ……”

Savcıların aksine tek bir kanıt bile ortaya koyamadığı bu savunmaya göre, Hava Harp Okulu öğrencisi, 19 yaşındaki Taha Furkan ÇETİNKAYA ve benzer durumdaki tüm öğrenci arkadaşlarının nasıl darbeci olabileceklerini vicdanınıza bırakıyorum. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI


Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *