ABD Ziyaretinin Kaçınılmaz Yan Etkileri-1 “Başarı Hikayesi (!)”
Türkiye içinde ve dışında siyasi ve askeri hareketlilik olanca hızıyla devam ederken Türkiye kamuoyu kadar dünya kamuoyunun da gündeminde büyük yer tutan bir ziyaret gerçekleşti. Erdoğan heyetiyle birlikte ABD Başkanı Trump’ın konuğu oldu. Birçok üst düzey ABD ve Türkiye temsilcisi tarafından toplantı sonrasında gündeme dair peşi sıra açıklamalar yapıldı.
Bu ziyaret gerçekten de birçok açıdan önemliydi. Ziyareti önemli kılan, öncesinde ve sonrasında yapılan açıklamalar kadar, ziyaret sonrasında başlayan, halen devam eden ve hatta bir süre daha devam edecek gibi görünen “ziyaretin yan etkileri” de diyebiliriz. Etkiler ve muhtemel çoklu etkileşimler içerisinde ABD ziyaretini, birçok yönüyle inceleyeceğimiz bir yazı dizisinin ilk bölümünü İbrahim Kalın’ın deyimiyle “Başarı Hikayesi (!)” başlığı altında ziyaret öncesi ve hemen sonrasında yapılan açıklama ve yaklaşımlar üzerinden inceleyeceğiz.
Erdoğan’ın ABD ziyareti, kendisini Saray’a yakın konumlandıran basın organları ve mensupları tarafından ve hatta Saray’ın kendisi tarafından “çok büyük bir başarı hikayesi” olarak yansıtıldı. Hatta görüşme öncesinde “kesinlikle gitmemeli” diyenler, “elindeki mektubu ne zaman unuttu” diye soranlar bile sonrasında alkış tuttular. Peki ya işin aslı gerçekten de böyle miydi?
Sadece, ziyaretin hemen öncesinde Rusya Devlet Başkanı Putin’in ev sahipliğinde gerçekleşen Rusya-Türkiye zirvesine bile bakılsa, durumun aslında açıklandığı gibi bir başarı hikayesinden daha çok kötüye giden durumun göstergesi olduğu görülebilecektir.
ABD-TR ilişkileri en gergin dönemlerinden birisini yaşarken ve hatta ABD Başkanı tarafından resmi bir mektup ile Erdoğan nezdinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti alenen aşağılanmışken, Suriye’de ABD’nin dış politikalarıyla çok da örtüşmüyormuş gibi görünen bir politikayla gerginlik tırmandırılıyorken, gayet normal ve beklenenin aksine yumuşak bir ziyaret, artarda kritik isimlerle yapılan toplantılar ve yüzlerden düşmeyen tebessüm…bu şartlarda tüm olup bitenleri normal karşılamak normal olmasa gerek!
Peki ya ABD’ye yapılacak kritik bir ziyaret öncesinde neden Putin ile Cumhurbaşkanlığı düzeyinde bir görüşme yapılması ihtiyacı hissedilmişti? Popüler tasvirle, bu durum dış politikada bir eksen kayması olarak mı, yoksa “ipteki acemi cambazın akrobasi hareketleri” olarak mı yorumlanmalı? Akabinde bu konuya tekrar detaylı bir şekilde yer vermek kaydıyla, ABD ile yakın dönem serüvenimize ve ziyaret sürecine bakalım.
Toplantı öncesinde, ABD-Türkiye ilişkilerini germesi çok muhtemel gibi görünen bir hadise yaşanmıştı. Devletlerarası ilişkilerde hiç de alışık olmadığımız, pek şık karşılanmayacak ve hatta “aşağılayıcı” olarak yorumlanabilecek bir çeşit resmi mektup aldı Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı. Türk Kamuoyu, devlet adabına uymayan bu mektuba mütekabiliyet esasına dayalı bir cevap verilmesini beklerken, “mektubu kendilerine takdim etmekle” yetindik. Peki ya neden? İç siyasette “Ey ABD! Ey Trump!” diyenler neden suskun kalmışlardı?
Toplantı sonrasında yaptığı açıklamalarda Erdoğan;
- Sorunların çözümü için diyaloğu öne çıkarmış,
- ABD’den “uygun teklif verilmesi halinde” Patriot almak istediğimizi” ifade etmiş,
- “İlişkilerimizde yeni bir sayfa açmakta kararlıyız. İşbirliğimizin geliştirilmesi konusunda hemfikiriz.” söylemlerine yer vermiş,
- Kamuoyunda pek yer bulmasa da “ABD ile mutabakatımıza olan bağlılığımız” ve ABD’ye olan sadakatimizi (!) vurgulamış,
- “Barış Pınarı Harekâtı ile PKK’nın ayrılıkçı gündemine vurulan darbeden” bahsetmişti.
Diğer taraftan Trump yaptığı açıklamalarda;
- “Cumhurbaşkanı sorumluluklarını gerçekleştirileceğini söyledi.” demiş,
- “Son derece faydalı bir görüşme oldu. Sayın Cumhurbaşkanı’na Serkan Gölge’yi serbest bıraktığı için” teşekkürlerini iletmiş,
- “Biliyorsunuz askerlerimizi belirli bir süre içinde çekmiştik…Kendi sınırlarımızı düşünmemiz gerekiyor. Cumhurbaşkanı’na teşekkür ediyorum yapmış olduklarından dolayı” ifadelerine yer vermiştir.
ABD ziyaretinde eşine çok az rastlanır bir durum daha yaşanarak, Trump’ın davetiyle Başkanlık Sarayı’nda birkaç Cumhuriyetçi ABD Senatörü ile Erdoğan ve heyetinin buluşması sağlanmıştı. Toplantı sonrasında, Senato gündemine getirilen “Ermeni Tasarısının” kabul edilmesini beklenmedik bir şekilde engelleyen ABD Senatörü Graham ise şu açıklamaları paylaştı.
“Eğer S-400 konusunda çözüm bulamazsak ve hem bölge hem de ABD için daha kabul edilebilir bir güvenli bölge sağlanamazsa, bu durumda Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen yaptırım tasarısının bir versiyonunu Senato’ya getireceğiz. Bu tasarı da 95 oyu toplayacak.” diyerek hem açıktan tehdit etmekte hem de bize Erdoğan ve heyetiyle ne konuştuğuna ve/veya ne tür sözler aldığına dair ipuçları vermektedir.
Ziyarette dikkati çeken diğer husus ise Türkiye heyetinin kitapçık hamlesi olsa gerek. Bende ne olur ne olmaz aman gözden kaçmasın düşüncesiyle basına yakın yerde açıkta tutulduğu imajı uyandıran, gizemli “Türkiye’nin terörizm ile savaşı” adlı bu kitapçığın ABD Senatörlerine elden dağıtıldığı bilgisi verilirken içeriği kamuoyuyla paylaşılmadı.
Toplantı sonrası her iki taraftan farklı renk, ton ve şiddette yapılan açıklamaları incelediğimizde, toplantılarda birtakım kararların alındığı ve sözlerin verildiğini anlayabiliyoruz. Bu karar ve sözlerin çoğunlukla askeri-politik ve savunma sanayi konularında yoğunlaştığını gözlemlemekteyiz.
Trump’ın açıklamalarıyla, kısa başlıklar altında öne çıkanlar; iki ülke arasında ulaşması beklenen 100 milyar dolarlık ticaret hacmi, 2018 itibariyle 4,7 milyar ABD Doları ile %9 seviyesinde seyreden ABD’nin Türkiye’deki yatırımlarının büyütülmesi şeklinde gösterilebilir.
Tüm bu açıklamaları ve karşılıklı politik ve askeri hamleleri dikkate alacak olursak;
- ABD Başkanı’nın Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanına tevdi ettiği görevlerden doğan sorumlulukların bulunduğu,
- Bunların, muhtemelen, Erdoğan’ın da konuşmasında bahsettiği ve kamuoyuyla paylaşılmayan karşılıklı mutabakat metni içerisinde yer aldığı ve Türkiye tarafından harfiyen yerine getirilmesi zorunluluğunu içerdiği,
- Bu mutabakatın içeriğinin, ABD’nin resmî açıklamasında Suriye ve Kürtler ile ilgili konulara değinmesini engelleyecek, açıklamalarında Kürtlerin mevcut durumdan memnun olduklarını söyletecek kadar önem arz ettiği,
- İç kamuoyundaki baskı, Trump’ın seçim vaatleri ve doğurduğu bütçe yükü nedeniyle, Suriye’deki askeri gücünü azaltan ABD’nin yerine, belki de yukarıdaki mutabakat kapsamında, ABD’nin kontrolündeki petrol kuyularının “artık” Türkiye Cumhuriyeti Devleti Silahlı Kuvvetleri tarafından korunduğu,
- S-400 konusunu kırmızı çizgi olarak gören ABD’nin bu konuda ve F-35 konusunda da geri adım atmayacağını ve/veya bu durumdan askeri ve ekonomik olarak faydalanmaya çalışacağı, mevcut gerginlik durumuyla hem iç hem de dış gündemi yönlendirmeye çalışabileceği,
- Ermeni Tasarısının Graham’ın girişimleri neticesinde iptal edilmesinin, Erdoğan’ın vaat ettikleri, yerine getirdiği sorumlulukları ve/veya verdiği sözlere karşılık ABD tarafının bir jesti olarak algılanabileceği, ancak bahse konu sorumluluk ve vaatlerin yerine getirilmemesi halinde ise askeri, politik ve ekonomik yaptırım uygulanacağının da aşikâr olduğu,
- Ülkemizde bağımsız bir yargı sisteminin ve basın özgürlüğünün olmadığının tüm dünya kamuoyu önünde bir kez daha açıkça gösterildiği,
- ABD yetkilileri tarafından çok yerde verilen demeçlere bakıldığında ise hem kitapçığın hem de toplantıda Kürtler özelinde dile getirilen iddiaların “inandırıcı” bulunmadığı, ancak bu hamlenin de ABD devlet yetkilileri tarafından Türkiye ve Kürtler arasındaki denge politikasını kurma çabası olabileceği değerlendirilebilecektir.
Tüm bu değerlendirmeler ışığında ise, Coğrafi ve tarihi gerçekleri hiçe sayıp, “dünyada en çok Kürt’ün kendi ülkesinde yaşadığı” ifade eden Erdoğan’ın sadece tek bir doğru açıklaması olduğunu görmekteyiz.
“TERÖRİST, TERÖRİSTTİR. EĞER MÜCADELEYİ VERMEZSENİZ BEDELİNİ YARIN ÇOK AĞIR ÖDERSİNİZ.”
Bu doğru söze bir ilave de ben yapmak istiyorum:
Üç gram petrol uğruna, eğer teröristi besler, büyütür, eğitir, donatır ve kahramanlaştırırsanız o zaman o terörist büyüyüp serpildiğinde ilk sahibini ısıracaktır. Çünkü terörist, teröristtir… Dolayısıyla dökülen ve dökülecek olan her damla kan için Erdoğan Hükümeti ve yaptıkları gizli anlaşmaları sorumlu tutulabilecektir.
Yazı dizisinin bir sonraki bölümünde; ziyaret öncesinde yapılan Erdoğan-Putin görüşmesine neden ihtiyaç duyulduğu sorusuna cevap aramayı, 15 Temmuz 2016’da ortaya konan kanlı darbe tiyatrosundan bu yana Ergenekon vasıtasıyla Rusya ile arttırılmaya çalışılan askeri ve politik ilişkilerimiz ışığında, ABD ziyaretinin Rusya açısından ne anlam ifade ettiği üzerinde durmayı, Erdoğan’ın ABD’ye vaat ettiklerinin Rusya açısından ne anlama geldiğini ziyaret sonrası geliştirilmeye çalışılan “de facto” durumlar ve yeni gelişmeler ışığında analiz etmeyi planlıyorum.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…
Saygılarımla,