Hava Harp Okulu Son Alay Komutanı Kurmay Albay Hüseyin ERGEZEN’in Savunmasından Tarihe Notlar…
Not: Savunmalarının tam metnini sayfanın sonundaki linkten indirebilirsiniz.
“Davanın olacağı gibi, vereceğiniz karar da onur vesilem olacak, ama bir şartla; kalkıp da Harbiyelinin 4-5 ağırlaştırılmış aldığı yerde bana bir tane verirseniz başım öne eğilir. İçerde olan personelim ve Harbiyelimin sayısınca bana 300 ağırlaştırılmış vermeniz gerekir. Yalnız gerekçeye yazarken saçma sapan tepsiyi elinden aldı, darbe toplantısı yaptı gibi asılsız gerekçeler değil de Personelinin ve Harbiyelilerinin hapse girmesine mani olamadı diye verin. Ben o zaman verilecek cezaya itiraz da etmeyeceğim.” diyecekti, mahkeme huzurunda verdiği ifadesinde.
Evet, 2014 yılında HHO Şanlı Alay Sancağını devralmıştı Ergezen Albay. Malum tuzağın kurulduğu geceye kadar, harbiyelileri ve personeliyle birlikte çok büyük işlere imza atmışlar, Hava Harp Okulunu dünyada örnek gösterilen bir marka haline getirmişlerdi. Daha yapacak çok işleri ve birçok projeleri vardı. Ancak nereden bileceklerdi ki, onlar canla başla bu bayrağı bir adım daha yukarı taşımaya çalışırken, “Hainlerin” bu millete tarihi bir kumpasa hazırlandıklarını.
2016 Nisan ya da Mayıs ayıydı, bir hafta sonu Hava Kuvvetleri Komutanı ve Hava Eğitim Komutanına, Hava Harp Okulu yeni bina projesi gibi birçok projeden bahsediyorlardı. “Korgeneral Hasan Küçükakyüz bizlere hitaben; ‘’Sizleri burada tutarlarsa yaparsınız’’ cümlesini alaycı ve istihzalı bir tavırla ifade etmişti. Bu yaşadığım şokun üzerinden bir gün geçmişti ki ‘’Tabii burada kalırsanız’’ şeklinde benzer ifade de dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’dan gelmişti.” diyor ve ekliyordu Ergezen Albay, “Aslında kurulacak kumpasın işaretleri varmış, ancak bizler anlayamamışız!”
Gelin, Albay Hüseyin Ergezen’in tarihe notlar düşen 58 sayfalık savunmasının en çarpıcı bölümlerine bizzat kendi ifadelerinden tanıklık edelim;
“Sözlerime başlamadan önce başta Ragıp Enes KATRAN, Murat TEKİN, Emre ve Ferhat kardeşlerim olmak üzere tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum mekanları cennet olsun.
15 Temmuz’dan beri sergilediği aklı selim ve sağduyulu tavır ve davranışları nedeniyle Personelimin ve Harbiyelilerimin alnından öpüyorum.
Yargılamanın 15 Temmuz’dan önce bittiğinin farkındayım, amacım Hakikatin ortaya çıkması noktasında üzerime düşen vazifeyi yerine getirmek, harbiyelilerime, personelime ve benim üzerime yapıştırılmaya çalışılan ancak yeryüzünde hukuk var olduğu sürece asla yapışmayacak hain yaftasını tutan elleri ifşa etmektir. Yoksa mahkemenizden yahut adalet sisteminden hiçbir şey beklemiyorum.
İlk olarak bir yanlış anlamayı düzelterek başlamak istiyorum:
Benim duruşmalarda tahliyemi istememem suçluluğumu kabul ettiğimden değildir. Tam tersi askerlik onurunun bir gereğidir. 300’e yakın Personeli ve Harbiyelisi içerdeyken tahliyesini istemek bir askere yakışmayacağı için istemedim.
Benimkinden daha fazla personeli hapislerde ve bir dram yaşanıyor iken; binlerce kendi seçtiği, beraber savaştığı personeli, askeri hapislerde iken, askerleri don gömlek televizyonlarda teşhir edilip, linç edilirken, 3 günlük Asker, Harbiyeli, Subaya darbe suçlaması yönetilirken; kendisi kenara çekilerek “Ben yapmadım, onlar yaptı” diyen Orgenerallere gözünüz alıştı ise benim tavrıma bakarak beni suçlu gibi görmeniz normal. Ancak ben gerçek askerim.
İkinci olarak belirtmem gereken şu;
Ben ve Personelim, Harbiyelilerim darbeci değiliz, askerlik gerekleri, güvenlik tedbiri ve kaygısı dışında bir hareketimiz olmadı, bunu heyetiniz de çok iyi biliyor, sözde darbe planlama toplantılarına katılmadığımı, planlama aşamasında olmadığımı herkes biliyor. Ben daha kendimi savunamadan, çağırdığınız tanıkların çelişkili-çelişkisiz tüm ifadeleri söylendi.
Söyleyeceğim şu ki; eğer darbeci olsaydım, ilk utanacağım şey daha ilk baştan başarısızlık için tasarlanmış bu darbe planlaması olurdu. Açıkçası darbeci olsaydım her şeyden önce bir kurmay asker olarak bu planlama için yüzüm kızarırdı.
Askerlik mesleğini ve özellikle harp etmeyi, savaşmayı, milletimin verdiği imkanlarla en iyi şekilde uyguladım. Türkiye’nin en köklü eğitim kurumu olan Harp Akademilerinde 2,5 yıl kurmaylık eğitimi aldım. Planlama sanatının inceliklerini öğrendim. Hatta bu kurumda öğretmenlik yaptım, öğretim başkanlığı yaptım. Böyle bir darbe planlamasını görüp de gülüp geçmeyecek bir kurmay subay tanımıyorum. Bırakın bir kurmay subayı eğitimdeki bir akademi öğrencisine görev verseniz böyle bir plan yapmaz. Böyle bir plana ortak olmaz. Bu yapılanlar askere ait bir plan değildir, Sivil iktidar devirme darbe planı değildir.
Şunu net olarak ifade edeyim ki; o gün hukuka aykırı olmayan her emri, sorgusuz uygulayan kişilerin hiçbirisi darbeci olamaz. Benim mahkemenize sunduğum bir mesaj emri vardı, hatırlarsınız Genelkurmay’ın 21:30’da birliklere gönderdiği: hazırlık ve intikal konulu mesaj.
Eğer bu emri duyup da ya da görüp de işlem yapmayan, amirlere itaat etmeyen bir asker varsa, bu kişi ya bu kumpasın göbeğindedir, darbeye karşı uyarılmıştır ya da darbe planının ta kendisidir.
Televizyonlarda saat 23:00’a kadar İstanbul’da terör alarmı diye alt yazı geçerken, birileri darbeye karşı önlem alıyorsa, aldığını iddia ediyorsa, bu kişi plan üzerine hareket ediyordur.
Dalaman Savaş Harekât Merkezi, Korgeneral Yılmaz Özkaya tarafından saat 22:30’da aktive ediliyor. Bu kişiler hangi haberi, ne zaman, nasıl aldılar da Savaş Harekat Merkezini aktive etme ihtiyacı hissettiler?
Harp Akademileri Komutanı olan Korgeneral Tahir Bekiroğlu denilen şahıs, sözde Yurtta Sulh Konseyinin Sıkıyönetim Direktifini ilk uygulayan şahıstır. Kapısına kendisini güvenli bir yere götürmeye gelen kendi personeline nereye gideceklerini, ne için gittiklerini dahi sormamıştır. Çünkü 2 gün önce birileri ona ne için nereye gideceğini söylemiştir.
Ayrıca bunlar nasıl askerlerse nedense hiç direnmiyorlar da.
Yakın Türkiye tarihini incelediğimizde, başarıya ulaşmış darbeler, başarısızlıkla sonuçlanmış cunta girişimlerine baktığımızda ve askerlerin bu konuda bilgi ve tecrübeleri dikkate alındığında; bir hava üssünün, tüm VIP ekibinin, Abidin Ünal’ın her hafta gittiği üssün darbe merkezi olarak seçilmesi 15 Temmuz darbe teşebbüsünün gariplikleri arasında zikredilmeyi hak etmektedir. Bütün darbelerin merkezi aktörü olan Kara Kuvvetleri’nden kısıtlı sayıdaki katılım, bu darbe girişiminin ancak kasıtla açıklanabilecek nitelikte ve amatörce planlandığını göstermektedir.
40 yıl bir kurumun her kademesinde ve köşesinde çalışacaksınız, personel alıp eğiteceksiniz, siciller madalyalar takdirler verdikten sonra bir gecede birileri sizi sıkıştırınca “Bunların %70’i terörist” diyeceksiniz. Bunu Jandarma Genel Komutanı böyle söyledi. Malum gecede düğündeymiş. (Nedense o gece tüm komutanlar göbek atıyor. Düşünün Cuma günü olması da şüpheli) Genelkurmay’dan silah sesleri geldi haberi gelince evine üzerini değiştirmeye gitmiş ama evine giderken şu Genelkurmay’ın önünden geçeyim neler oluyor bakayım dememiş. Biz de inandık, millet nasılsa inanıyor. Ancak askerlik yapmış bir er dahil bilir ki, komutanların her yerde, evinde makamda arabasında resmi kıyafet olur.
Bir diğeri İstanbul’da o gece yollarda dolaşmış (Deniz Kuvvetleri Komutanı) kendi beyanında Yeşilköy’de sokak sokak gezdim otoparkta saklandım diyor.
Bir diğerini (Kara Kuvvetleri Komutanı) Genelkurmay Başkanı görevlendirir, “Git bak bakalım şu darbe yapacağı söylenen birliğe ve pilota” diyor. Kuvvet Komutanı gidip darbe yapacak denen pilottan yeni gelen helikopterin brifingini alıyor ancak o şahsa “sen O.K. diye bir şahsa böyle bir şey dedin mi?” demiyor.
En vahimi de maalesef bizimki. Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal, Saat 19:00’da uçuşlar kesiliyor. Kıbrıs barış harekâtından bu yana hiç yaşanmadığı ifade ediliyor. Verdiği ifadede saat 21:30’a kadar herşey normaldi diyor.
Havadaki uçaklar indiriliyor ancak Genelkurmay Başkanına ulaşılıp da neden kestiniz demiyor. Ben meslek hayatım boyunca tüm askeri uçuşların iptal edilip havadaki uçakların indirildiği bir zaman hatırlamıyorum. Aynı saat ve dakikalarda karargâhın başındaki, Şanver General, Ziya Kadıoğlu General hareketlenmelerden bahsediyor ancak birileri göbek atmaya devam ediyor.
Ayrıca böyle bir durumda ilk önce aranacak olan Genelkurmay Başkanı değildir. Önce 2.Başkan aranır. Ki arasaydı o saatlerde Yaşar Güler Paşa odasında evraklara baktığını ifade ediyor. Ulaşabilirdi. Diyelim ki ulaşamadı, karargâhın Harekât Başkanı aranır. Hatta bunlardan da önce diğer Kuvvet Komutanları aranır. Çünkü nerede ise Hava Kuvvetlerinden fazla hava aracı Kara Kuvvetlerinde vardır, Deniz Kuvvetlerinde bir sürü hava aracı vardır. Arayıp sorması gerekir, mutlaka aramıştır. “Paşam ne oldu, 40 yıldır yapılmayan bir şey yapıldı, uçaklar neden indirildi, sorun nedir, tekrar ne zaman açılacak, tüm Türkiye korunmasız durumda, terörle mücadele ne olacak, Suriye hava sahası ne olacak” diye birbirlerine sorması gerekir.
Abidin Ünal, darbe girişiminden 13 gün sonra ek bir ifade daha verdi. Bu ifadesinde, darbe girişiminden ilk ne zaman haberdar olduğu konusunda birincisinden tamamen farklı bir açıklama yaptı, şunları söyledi, “Düğünden önce bazı gelişmeler oldu. 15 Temmuz tarihinde saat 19:06’da Hava Kuvvetleri Hareket merkezi beni arayarak Genelkurmay Başkanlığınca hava sahasında bulunan tüm uçakların indirilmesi ve uçak kaldırılmaması direktifini verdi. Bende aynen Harekât Merkezine söz konusu bu direktifin derhal yerine getirilmesi talimatımı verdim. Ardından aynı direktifin yerine getirilmesi için Eskişehir’de bulunan Birleştirilmiş Hava Harekât Merkezine talimatımı verdim. Saat 19:26’da talimatımın tüm birimlere ulaştırıldığını BHHM’den öğrendim.
Saat 19:17’de Hava Kuvvetleri Karargâhının başı olan Kurmay Başkanı Korgeneral Demirarslan ile görüşüyorlar. Ortalık karışık deniyor. Demirarslan General ben Çiğliye gideyim dediğinde, orasının da karışık olduğunu ifade ediyor, oraya göndermiyor. Eskişehir’e gönderiyor.
Bir diğer önemli konu herhangi birliğin 1 ve 2 numarası aynı anda birlikten ayrılmaz. Bu mümkün değildir. Bir filoda Filo Komutanı ile altında iki numarası olan harekât subayı aynı anda garnizon terk etmez. Bir Üs Komutanlığında Üs Komutanı ile Harekât komutanı aynı anda terk etmez.
Kuvvet Komutanlığında, Kuvvet komutanı ile Kurmay Başkanının aynı anda garnizon terk ettigini daha önce görüp ispatlayacak varsa ben tüm askerlik bilgilerimi reddedeceğim. Ve bu konu hayatın en güzel akışına uygun şekilde 15 Temmuz’da ve de iki kuvvette, Hava ve Deniz Kuvvetlerinde oluyor. Hayatın olağan akışından bahsedenlere güzel bir örnek.
Daha saat 19.30’da Eskişehir’den gelen karışıklık haberleri ile (Tuğgeneral Recep Ünal’ın gelişmelerden rahatsız olduğu) bazı sıkıntıların olduğunu öğrenen Korgeneral Mehmet Şanver’in Eskişehir’e uçak ayarlayarak Ziya Kadıoğlu Generali gönderme kararına müdahale ediyor, daha erken diyerek göndermiyor. Olaylar iyice kızıştıktan sonra, saat 23.00’den sonra uçak yerine araba ile yola çıkmalarına müsaade ediyor. O ekibin Eskişehir’de olması sabahın saat 05.51’de oluyor.
Bildiklerini Mehmet Şanver Generale veya diğerlerine aktarmıyor.
Şu anki Hava Kuvvetleri Komutanı olan, o zaman için benim 2.sicil amirim olan Korgeneral Hasan Küçükakyüz’ün “2 tane uçak ayarlayarak Üs Komutanlarını birliklerine bırakalım” teklifini yine Orgeneral Abidin Ünal reddediyor.
Darbe başlamadan alınabilecek önlemlerle çok rahat engellenebilecekken, ihmal veya kasıtla engellenmiyor. Yol veriliyor. Yoksa böyle bir ortamda, ekibin gönderilmesini erken diyerek engellemeyi neyle açıklarsınız. Orada bulunan personelden bilgi saklanmasını neyle açıklarsanız.
Hava kuvvetlerinin Generallerinin yarısı nasıl oldu da bir Cuma günü bir araya ve düğün için gelebildi? Bunlar Hava Kuvvetlerinin vurucu gücünün tamamı demektir. Yanlış anlaşılmasın, gelenlerin darbeden haberi var demiyorum. Ancak onları orada toplayan iradenin haberi vardı. Keşke çağırsaydınız da benim amirimi (Tümgeneral Fethi Alpay) saatlerce orada tutup neden görevinin başına göndermediğini sorsaydık.
15 Temmuz’dan bir ay önce (bu da kendisine darbe brifingi verilen tarihe denk geliyor) karargâhta generallerle yemek yerken onlara sorup tartıştırıyor. Bir üs emir komutaya riayet etmezse ne yaparsınız. Tartışmadan sonra da cevabı kendisi veriyor, pistleri bombalarsınız, tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi.
Ayrıca, Hava Harp Okulu Komutanı ve Hava Eğitim Komutanının itirazına rağmen, bir Hava Kuvvetleri Komutanının daha ilk günü kampı denetlemeye gelmesi sizce de garip değil mi? Hayatın her türlü olağan akışına aykırı şekilde, olmayacak zamanda, olmayacak şekilde Yalova’ya gelmek için İstanbul’a gelen ve kiminle görüştüğü dahi sorulmayan Orgeneral Abidin Ünal’a değil de her günkü normal toplantılarına giren personele neden toplantıya girdin deniliyor.
Başka bir konu da Abidin Ünal o gün nedense direk Yalova’ya inmiyor da önce İstanbul’a gidiyor, oradan bir sürü emekle tekrar uçağa binerek getiriliyor. Acaba o gün İstanbul’da Hava Harp Okulunda olduğu iddia edilen Muharebe Arama Kurtarma ekibi ile ilgili olabilir mi?
Neden Hava Harp Okulunda ayrılmış kral dairesi odası olduğu halde orada kalmıyor? (Ergezen Albay duruşma esnasında, Gökhan Şahin Sönmezateş Generale, “Abidin Ünal’ın o gece bu suit odayı size tahsis ettirdiğini ve kendisinin Fenerbahçe Orduevinde kaldığını duydum, doğru mu?”” sorusuna Sönmezateş General, “Evet, o gece o odada ben kaldım” diye yanıt veriyor.)
Eşi ile geldiği halde neden son anda eşi düğüne gelmekten vazgeçiyor?
Akıncıda Genelkurmay Başkanı Hulusi AKAR ile Filo Binası arkasında görüştükleri iddia edildi. Kamuoyunun, ne görüşüldüğünü bilme hakkı yok mu? Hapiste çile çeken Harbiyelilerimin ailelerinin bilme hakkı yok mu? Darbeyi bir tek yazılı emirle akamete uğratamazlar mıydı? Yoksa belli bir vakte kadar darbeyi engellemeyi mi istemediler? Yoksa planın içinde onlar da mı vardı?
Bunların hepsini tesadüf, hayatın normal akışı, insanlık hali diye yanıtlayanlara elbet söyleyecek bir şeylerimiz var.
Bu kadar insanlık hali fazla ama. Benim veya personelimin bir tane insanlık haline, askerlik haline, itaatine tahammül etmeyenler bu kadar insanlık halini neden sorgulamıyor?
Sabaha kadar darbenin merkezinde çerez yiyip, çay kahve içip ne yaptığını izah edemeyenden değil de, her gün ve her zaman yaptığı ve yapmak zorunda olduğu birliğine çağırılıp da geldiği için gelenden hesap soruluyor.
Yemek yememe özgürlüğü olmayan Harbiyeliden hesap soruluyor. Tuvalete gitme özgürlüğü olmayan Harbiyeliden hesap soruluyor.
Hayatın olağan dışı akışına bakmak isteyen gitsin bize gönderilen 2-3 gündeki 12 terör mesajına baksın, buna reaksiyon göstermeyenlere baksın,
Korgeneral Tahir Bekiroğlu-Orgeneral Ümit Dündar 13 Temmuz görüşmesine baksın, çok önemli, iptal edilen 15 Temmuz Genelkurmay randevusuna baksın,
14 Temmuz’da Özel Kuvvetler Komutanlığında Genelkurmay Başkan-Mili İstihbarat Teşkilatı Başkanı görüşmesine baksın,
16.00’da darbeden haber alıp işlem yapmayan Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarına baksın,
Darbe olurken, hava sahası kapatılırken göbek atmaya devam eden Hava Kuvvetleri Komutanına baksın,
Hava Kuvvetleri Komutanının kendisi tarafından yemekhanede yapılan “emre itaat” konuşmasına baksın,
2 kere 2 bazen 5 eder diyen “bir bildiğimiz var” diyenlere baksın.
Böyle bir plan darbe planı değildir. Bu darbe planı denilen şey her ne ise ancak Türk Silahlı Kuvvetlerine tarihinin en büyük hasarını verdirir. Ve yine Silahlı Kuvvetlerini, Cumhuriyet tarihinin en büyük ve düşmanın kim olduğu belli olmayan harbine sokar, soktu. Böyle bir kaybı Silahlı Kuvvetler girme ihtimali olan hiçbir harpte hesaplamamıştır.
Her kimin Türk Silahlı Kuvvetleri ile ne hesabı varsa bizim üzerimizden hıncını almışlardır. Ancak bir gerçek var ki TSK demek millet demektir. Bunu şu arka sıralara bakarsanız görebilirsiniz. Ve kaybeden millet olmuştur.
Bir canlının türünü değiştirmek veya buna gayret etmek ölümle sonuçlanır. Bir milleti özünden uzaklaştıracak değişiklik milletin ölümü demektir. Aynı şekilde Silahlı Kuvvetlerimizi 2200 yıllık tarihi geleneğinden yani itaat, disiplin şuurundan kopartırsanız öldürürsünüz. Bizans’ın, İngiliz’in, Sasaninin yapamadığını kendi elinizle yaparsınız.
İşte bunu çok iyi bilen hainler, bir milletin 15-20 yılını, geleceğini biçtiler/biçtirdiler. En acı olanı da bunu kendi başındaki komutanlarının elleriyle yaptırdılar. Bir tane doğruya bin tane yalan eklenerek insanları ve devlet büyüklerini inandırdılar. Ve kendi öz evlatlarına terörist damgası vurdular. Kapının önüne koydular. Hadi buna devlet büyüklerini inandırdılar diyelim, benim başımdaki komutanlar böyle bir kıyıma nasıl ortak oldu? Bizleri, bu karşınızdaki insanları terörist diye suçlarken milletin kendisinin suçlandığının farkında mısınız?
Bir hırsız, bir caniyi yakalayıp mahkûm etmek kolaydır, fakat göğsünü gere gere gezen bir kahramanı, vatan aşığını zincire vurabilmek için, onu gururundan haysiyetinden yaralamak, yalanlar ve iftiralarla gözden düşürmek, bilhassa kendine olan güvenini elinden almak gerekmektedir. Çok şükür gururum da yerinde, haysiyetimiz dimdik ayaktayız. Bunu gören esas millet düşmanları da çıldırıyor; suç uydurup her gün yeni bir iftira atıyorlar. İftirayı da benden önce basına sızdırıyorlar, siz de şahit oldunuz.
Tanrıya şükür ki o gece personelimin yanında, onların başındaydım. Deniz Kuvvetleri Komutanı gibi otoparkta saklanmadım.
Hem o gece hem de ondan sonrası için personelimin kaderine elimden geldiği kadar ortak oldum. Kaçmadım.
Çok şükür, göreve devam ederek Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve Hava Kuvvetlerinin geldiği duruma ortak olmadım.
Ya görevimin başında kalsaydım da yapılan bunca zulme ortak olsaydım.
Ya görevime devam ediyor olup da; toplumun ve bizim kan ağlayarak izlediğimiz burada bahsetmeyeceğim kararlara imza atıyor olsaydım.
Tanrının sevgili kuluymuşum ki bugün Silivri’de ve Mahkeme’de başı dik olarak haykırabiliyorum.
Ah şanlı-muhteşem ama talihsiz-bahtsız ülkem! Bir gün gelecek “keşke bu milletin en değerlilerini küstürmeseydik” diyecekler. Bu süreçte rolü olan herkes söyleyecek. En başta da mahkeme sakinleri diyecek. Umarım iş işten geçmez.
İfadelerimi bugünün düzmece-tiyatro mahkemelerine söylemiyorum, bu kumpası kuranların ve Harbiyelimi personelimi linç edenlerin yargılandığı yarının mahkemesi için kullanıyorum.
Söylediklerimi “Adalet mülkün temelidir” yazısının hâkimin başının arkasında değil de gözünün önünde asıldığı mahkemeler için söylüyorum.”
Tarihe geçecek bu savunmasını;
“ADALET ER YA DA GEÇ TECELLİ EDECEK VE HERKES LAYIĞINI BULACAKTIR!” diyor ve sonlandırıyordu Ergezen Albay.
SAVUNMA TAM METNİ İÇİN TIKLAYINIZ