22 Yıl Üniformasını Onurla Taşıdığım Türk Hava Kuvvetlerininin Son Yılları Hakkında Kısa Bir Değerlendirme
22 yıl üniformasını onurla taşıdığım Türk Hava Kuvvetlerininin son yılları hakkında kısa bir değerlendirme.
—————————-
1998 yılında Subay olarak adım attığım meslek yaşantımın ilk yıllarında tanık olduğum Türk Hava Kuvvetleri ile 2010’lu yılların Türk Hava Kuvvetleri arasında uçurum olarak nitelendirilebilecek derecede farklılığın mevcudiyeti söz konusudur.
Meslek hayatımın ilk yıllarındaki şahit olduğum Hava Kuvvetleri, sahip olduğu potansiyeli iyi değerlendiremiyor ve kabuğunu kıramıyordu. Hava Kuvvetlerimiz o yıllarda kılıcını hasmına karşı bileyleyerek geçirmesi gereken zamanını ve eforunu, asli muharip faaliyetlerden ziyade yardımcı faaliyetler olması gereken “filo geceleri”, “hoşgeldin geceleri”, “güle güle faaliyetleri” gibi sosyal faaliyetlerin planlama ve icrasına harcıyor, deyim yerindeyse boşa kürek sallıyordu.
En tepeden gösterilen bu ehemmiyet nedeniyle özünde bir “eğlence” faaliyeti olan bu faaliyet yıllar içinde, Filo ve Üs Komutanları arasında terfiler öncesi isim duyurma ve benzer kademedekilerle bir yarış vesilesine dönüşmüştü. Bu yüzden pilot sınıfı personelin mesaisinin önemli bir bölümü bu tür faaliyetlerin hazırlığı ile geçiyor, daha titizlikle planlanabilecek göreve ilişkin asli faaliyetler, bilhassa uçuş ve tatbikat faaliyetleri ise önem sırasında ikinci sırada kalıyordu.
AYKUT COŞKUN
1998 yılında Subay olarak adım attığım meslek yaşantımın ilk yıllarında tanık olduğum Türk Hava Kuvvetleri ile 2010’lu yılların Türk Hava Kuvvetleri arasında uçurum olarak nitelendirilebilecek derecede farklılığın mevcudiyeti söz konusudur.
Meslek hayatımın ilk yıllarındaki şahit olduğum Hava Kuvvetleri, sahip olduğu potansiyeli iyi değerlendiremiyor ve kabuğunu kıramıyordu. Hava Kuvvetlerimiz o yıllarda kılıcını hasmına karşı bileyleyerek geçirmesi gereken zamanını ve eforunu, asli muharip faaliyetlerden ziyade yardımcı faaliyetler olması gereken “filo geceleri”, “hoşgeldin geceleri”, “güle güle faaliyetleri” gibi sosyal faaliyetlerin planlama ve icrasına harcıyor, deyim yerindeyse boşa kürek sallıyordu.
En tepeden gösterilen bu ehemmiyet nedeniyle özünde bir “eğlence” faaliyeti olan bu faaliyet yıllar içinde, Filo ve Üs Komutanları arasında terfiler öncesi isim duyurma ve benzer kademedekilerle bir yarış vesilesine dönüşmüştü. Bu yüzden pilot sınıfı personelin mesaisinin önemli bir bölümü bu tür faaliyetlerin hazırlığı ile geçiyor, daha titizlikle planlanabilecek göreve ilişkin asli faaliyetler, bilhassa uçuş ve tatbikat faaliyetleri ise önem sırasında ikinci sırada kalıyordu.
Halbuki Yakın coğrafyada yer alan bir ülkenin Hava Kuvvetlerinin yaklaşık üç katı personele ve hiçbir zaman kıyaslanmayacak değerler manzumesine sahipken nasıl oluyor da sadece silah sistemi satın alarak mücadelede öne geçmeye çalışıyorduk. Halbuki dünyada askeri literatürde kabul görmüş “En güçlü silah, inanmış insandır” gerçeğiyle hareket edip birtakım yeme içme tercihlerine göre insan kategorizasyonunu bir kenara bırakarak aynı hedefe kilitlenmek en doğru adım olacaktı. Askeri havacılık alanında kendimi geliştirmeye başladığımda gördüm ki Türk havacılar tarafından yazılmış ve havacılık literatüründe yer alan kitap, doktora tezi, bilimsel makale ve doktrin maalesef yok denecek kadar azdı. Nitekim 2006–2008 yılları arasında öğrenim gördüğüm Harp Akademiler Komutanlığı’nda malesef Türk stratejistlerin değil yabancı stratejistlerin eserlerinden eğitim görüyorduk. Bununla birlikte NATO ülkeleri içerisinde en köklü tarihi olan ordusuna sahipken maalesef Hava Kuvvetlerimizin doktrin, konsept ve vizyon dokümanları %95 oranında NATO dokümanlarından birebir tercüme edilmiş dokümanlardı. Çünkü maalesef askerî havacılık literatüründe kendi vizyonunu ortaya koyarak yeni bir konsept ve doktrin geliştirecek yeterlilikte personel sayımız çok azdı. Bunun sebebi ise bilimsel faaliyetlere ve akademik çalışmalar yerine yukarda bahsettiğim değişik önem arz etmeyen faaliyetlerle Hava Kuvvetlerimize çektirilen patinajdı. Hâl böyle iken Hava Kuvvetlerimizi, büyük devletlerin Hava Kuvvetleri ile değil, Türkiye’den demografik, sosyo-politik, ekonomik, coğrafik olarak birçok alanda kıyas götürmez bir komşu ülkenin Hava Kuvvetleri ile kıyaslıyorduk.
Aslında sadece Hava Kuvvetleri değil Silahlı Kuvvetlerin genelinde benzer sıkıntılar yaşanıyordu. Ancak 2000’li yılların sonlarından itibaren genel olarak bir iyileşme süreci başlamıştı. En başta eğitim kurumlarında genç havacılara bir takım temel değerler kazandırılmaya, eğitim faaliyetlerindeki başarılar ödüllendirilerek akademik eğitim teşvik edilmeye başlandı. Bu sayede Hava Kuvvetleri genelinde bireysel eğitim seviyeleri artıyor ve bu durum kurum faaliyetlerine olumlu olarak yansıyordu. 2010’lu yılların başından itibaren ise Türk Hava Kuvvetlerinin sloganında olduğu gibi yüksekler hedeflenmiş ve bir yükseliş dönemine girmişti. Bilime önem veren komutanların ve personelin sayısı gün geçtikçe artıyordu. Gün geçtikçe artan bir hızda yaşanan bu iyileşmeye ben de diğer Hava Kuvvetleri çalışanları gibi canlı tanıklık ediyordum. Kitabın önceki sayfalarında kaleme aldığım uluslararası akademik konferans ve sempozyumlar, uçuşlu-uçuşsuz uluslararası tatbikatlar, otoriteler tarafından kabul gören dünya çapındaki bilimsel yayınlar gibi faaliyetler, içinde yer aldığım faaliyetlerdi. Bununla birlikte bizzat içinde yer almadığım fakat uzaktan takip edebildiğim birçok faaliyetle de Hava Kuvvetleri kabuğunu kırmış ve yükselişe geçmişti. Türk Hava Kuvvetleri öyle hızlı bir sıçrama sürecine girmişti ki artık dünyanın gözleri Türk Hava Kuvvetlerine çevrilmişti. Türk Hava Kuvvetlerindeki yükselişi fark eden birçok ülke, ortak eğitim ve tatbikat faaliyetleri icra etmek istiyordu. 2010 – 2016 yılları, Türk Hava Kuvvetleri için artan ivmeyle zirveye doğru tırmanış yılları olmuştu. Türk Hava Kuvvetleri artık dur durak bilmeden çalışan, işleyen ve işledikçe de parıldayan bir Hava Kuvvetleri haline dönüşmüştü. 10-15 sene önceki Türk Hava Kuvvetleri ile 2010’lu yılların ortalarındaki Türk Hava Kuvvetleri arasındaki en temel fark insan faktörüydü. Hava Kuvvetleri personelinin özellikle de komuta kademesinin 2010’lu yıllarda bilgi ve tecrübe seviyesi daha üst düzeye yükselmişti.
15 Temmuz 2016 öncesi son 5-10 yılda yaşanan personel kalitesindeki artış, kurumun genel etkinliğine de olumlu olarak yansıyordu.
Evet gerçekten Hava Kuvvetlerimizin hızla güç kazanmasındaki temel etken, gün geçtikçe Hava Kuvvetlerinin insan gücünü oluşturan personel niteliklerindeki yaşanan artıştı. Son yıllarda kurum genelinde eğitim faaliyetlerine artarak verilen önemin olumlu Yansımaları görülüyordu. Hava Kuvvetlerimiz yavaşça değil hızlı bir şekilde kabuğunu kırıyordu. Peki Türkiye gibi güçlü ve önemli bir ülkenin Hava Kuvvetleri çok daha önce kabuğunu kıramaz mıydı? Bu potansiyele sahip bir ülke olmamıza rağmen istenen seviyeye ulaşılmasına engel teşkil eden şeyler neydi?
Aslında Türk Hava Kuvvetlerinin sahip olduğu potansiyel ile kabuğunu kırması ve devler ligine yükselişi 2010’lu yıllardan çok daha önce olması gerekirken içerden ve dışardan ayağına vurulan prangalar sebebi ile bu mümkün olmamıştı. Silahlı Kuvvetlerimizin siyasi erkin mutlak hakimiyeti altında organik kararlarını dahi kendi veremeyen lokal bir güç olarak kalması arzusunu taşıyanların, 15 Temmuz öncesi Silahlı Kuvvetlerimizin son yıllardaki atılımdan rahatsız olduğu aslında bilinen bir gerçekti. 15 Temmuz sonrasında siyasi hamlelerle ve KHK yordamıyla şekillendirilerek ortaya konan günümüz Türk Hava Kuvvetleri malesef muharip gücünü kaybetmiş, stratejik ve operatif askerî planlamalarda söz sahibi olmaktan beri olmuştur. 2010’lu yıllarda 70’den fazla muharip jet ile GECE şartlarında Anadolu Kartalı tatbikatını başarı ile icra eden bir Kuvvet iken günümüzde bu yeteneğini kaybetmiş, gücünü 15 Temmuz 2016 sonrası tekrar istihdam edilen, yaş ve kıdem durumu gereği verim alınamayacak eski pilotları eğiterek günü kurtarmaya teksif etmiş durumdadır.
2013-2016 yılları arasında 6 kıtadan katılımcıların yer aldığı ve Rusya, ABD ile Çin Halk Cumhuriyeti’nin aynı askeri uluslararası konferansta ev sahipliği yaparak buluşturan bir Hv.K.K.lığından malesef ev sahipliği yapmak bir yana, yurtdışında uluslararası akademik arenada bile bayrak dalgalandıramayan bir Hv.K.K.lığına sahip olmak malesef yürek burkucu bir tablo oluşturmaktadır.
15 Temmuz 2016 öncesi Hava Harp Akademisi bünyesinde yapılan akademik çalışmalar, Harvard üniversitesi dahil dünyanın en başarılı kurumlarındaki akademik çalışmalarda kaynak olarak alıntılanırken ve buna benzer çok miktarda örnek verilebilecek son derece olumlu gelişmeler yaşanırken Hv.K.K.lığının ve TSK’nın şu anki hali, ülkesini seven hiçbir kimsenin görmek isteyeceği türden bir durum arz etmemektedir.
Gelinen durum şunu açıkça gözler önüne seriyor ki Hv.K.K.lığının en güçlü yanı olan ağırlık merkezi tahrip edilmiş, hem personel hem eğitim alanında kasti ve planlı olarak çöküşe hazırlanmıştır.
Askeri liselerin kapatılması,Kurmay Subaylık sisteminin şekil değişikliği suretiyle ortadan kaldırılması, Silahlı Kuvvetlerin kendi kadrolarını çekirdekten yetiştiremeyecek şekilde OHAL KHK’ları ile kanun değişikliklerinin yapılmasının altında yatan nedenler 15 Temmuz sözde darbe girişimi ile değil nihai olarak TSK’ya yapılması önceden planlanan ameliyat ve buna sebep üretecek planlamalar zincirinin varlığı ile izah edilebilir.
Hava Pilot Kurmay Yarbay Aykut COŞKUN’un twiter hesabını aşağıdaki adresten takip edebilirsiniz.