15 TEMMUZ’DA ORADAYDIM… HARP AKADEMİLERİ KOMUTANLIĞI
MURAT TURANOĞLU
15 Temmuz 2016 sabahı benim için diğer günlerden hiçbir farkı olmayan bir şekilde başlamıştı. Sabah Deniz Harp Akademisi’ndeki derslere katıldıktan sonra öğle arası vermiştik. Öğleden sonra normalde ders yoktu ancak her zaman bazı faaliyetler olurdu. 15 Temmuz’da da öğleden sonra bir süredir Deniz Harp Akademisi Komutanı’nın uygulamaya soktuğu, kendisinin seçtiği kitapların okunarak o kitaplar üzerine görüş alışverişinde bulunulması faaliyetine katıldım. Tüm deniz akademisi öğrencilerinin katılımıyla bu faaliyet icra edildi ve 15:30-16:00 civarında sona erdi. Sınıftan çıkıp lojmandaki evlerimize giderken aramızdan bazılarının o gün bir tuzağa düşürüleceğini ve onları bir daha göremeyeceğimizi, kalanların ise peyderpey ordudan ihraç edilerek çeşitli zorbalıklara maruz kalacağını hiçbirimiz bilmiyorduk.
Lojmanda bulunan evime geçtikten sonra saat 19:00 civarında eşimle birlikte Şişli’deki bir alışveriş merkezine alışveriş yapmak, vakit geçirmek üzere gittik ve 22:00-22:30 civarında tekrar lojmana geri döndük. Lojmanlardan çıkarken de, dönerken de bana anormal gelen hiçbir şey olmamıştı. Esasen bizim lojmana dönüşümüz esnasında olaylar başlamış ancak trafiğe etkisi olmamıştı ya da ben hissetmemiştim. Herşeyden habersiz lojmandaki daireme geçtim. Eve geldikten 15-20 dakika sonra kendisi de İstanbul’da ikamet eden abim beni telefonla aradı. Ne oluyor? Bazı olaylar oluyormuş haberin var mı? şeklinde sorular sordu. Sonra “Asker darbe yapıyor deniyor. Şuan köprü kapatılmış, askerler sokaklardaymış” dediğinde, ilk tepki olarak “Yok canım, daha neler. Başka bir şey vardır, mümkün değil” dediğimi çok iyi hatırlıyorum. Bu ayrıntılara kasıtlı olarak giriyorum çünkü her birerlerimizin verdiği ilk tepkiler, ilk düşünce, duygu ve yorumlar 15 Temmuz’un aydınlanmasına da katkı sunacaktır diye düşünüyorum.
Abimden aldığım haberle birlikte televizyonu açıp haberleri izlemeye, olayları takip etmeye ve anlamaya çalıştım. Darbe söylentisine ilk anda ihtimal vermiyor olsam da TV’den Ankara’da F-16’ların alçak uçuş yaptığı haberini görünce bunun bir darbe girişimi olabileceğine ihtimal vermeye başladım. Dakikalar geçtikçe yeni haberler, yeni görüntüler ve yeni açıklamalar TV’de akmaya başlamıştı. Dönemin Başbakanı bir TV kanalında “Ordu içerisindeki küçük bir grubun kalkışması var, en kısa sürede bastıracağız” açıklaması yapınca artık aklımla mücadele etmeyi bırakıp, gördüğüm şeyin bir darbe girişimi olduğunu kabullendiğimi hatırlıyorum.
Bu sırada saat 23:00-23:30 civarı olmuştu. Ailemden, arkadaşlarımdan mesajlar geliyordu. Kimi ne olup bittiğini soruyor, kimi adeta hesap sorar şekilde “Neden darbe yapıyorsunuz? Nerden çıktı şimdi?” şeklinde sitemlerde bulunuyor, kimisi ise sen şuan nerdesin, nerede görevlisin şeklinde beni darbede görev almaktan kendince vazgeçirmeye çalışıyor veya uyarıyordu. Ben ise lojmanlardaki dairemde eşimle birlikte oturmuş olayları anlamaya çalışıyordum. Bu sırada yani saat 23:45 civarında, cep telefonuma üniformalarımızı giyinmiş şekilde, mevcut alınmak üzere akademide toplanmamız gerektiği mesajı geldi.
15 Temmuz 2016 günü sıradan bir akşam gezintisinden evime döndükten sonra bir saat içinde geldiğim noktaya bugünden baktığımda; çeşitli biçimlerde tuzağa düşürülen veya gerçek bir darbe zannederek üstlerinin emirlerini öyle veya böyle yerine getiren silah arkadaşlarımı çok daha iyi anlıyorum. Halbuki o gün ben de olaylara bir şekilde karıştırılanlardan biri rahatlıkla olabilirdim. Nitekim bunu yapmayı denemişlerdi de…
23:45 civarında cep telefonumdan aldığım mesajdan sonra üniformamı giydim ve olayları biraz daha anlamak için ve belki bu süre zarfında emirde bir değişiklik olabileceğini de düşünerek TV izlemeye devam ettim. Bu esnada meşhur bildiri TRT’de okundu. Gelişmeler bir darbeye göre (o an itibarıyla bence) o kadar dengesiz ilerliyordu ki; bir yandan “bu nasıl bir darbe böyle” diyorken, bir yandan da yapılan açıklamalar, bildiri okunması, uçakların alçak uçuş yapması; bende de bunun bir darbe olduğu kanaati oluşturmaya yetiyordu. Bu karışık düşüncelerle akademiye gittim. Akademiye vardığımda saat 00:15 civarıydı ve öğrencilerin henüz yarısı gelmişti ama gelmeye devam ediyorlardı. Akademi öğrencilerinin kimi sınıflarda, kimi Kafeterya’da kimi ise fuayede, koridorlarda bulunuyordu. Ben de herkes gibi samimi olduğum bir-iki kişiyi bulup, onlarla ne olup bittiği hakkında konuşmak istiyordum.
Arkadaşlarım ve bazı meslektaşlarımla konuştuğumda onların da benden çok farklı bir durumda olmadıklarını fark ettim. Herkes nasıl olup da darbe hakkında bir şey bilmediğine, daha önce nasıl hiçbir şey duymadığına şaşırıyordu. Bazı arkadaşlar hala bunun bir darbe olmadığını, mutlaka başka bir durum olduğunu, böyle darbe olamayacağını iddia ediyordu.
Bu olanları gözlemlediğim sırada kafeteryadaki bir akademi öğrencisi yüksek sesle “Cumhurbaşkanı televizyonda açıklama yapıyor arkadaşlar” diye bağırdı. Herkes bir anda Kafeterya’ya yöneldi ve zannediyorum sınıflardakiler de dahil herkes Kafeterya’da televizyonun başında toplandık ve hep birlikte Cumhurbaşkanı’nın CNN Türk’e bağlanarak yaptığı açıklamayı dinledik. Konuşma bittiğinde Kafeterya’ya önce derin bir sessizlik çöktü. Kafam iyice karışmıştı, sanırım oradaki herkesin durumu da benimkinden pek farklı değildi. Bir süre sonra sessizlik yerini “Nasıl yani? Bu ne demek oluyor? E şimdi ne olacak? Böyle bir şey olabilir mi?”gibi sorular üzerinden konuşmalara bıraktı. Ben de arkadaşlarımla konuşuyordum. Bir yandan da televizyona göz atıyor, ne olup bittiğini takip ediyorduk. Beş dakika geçti mi, geçmedi mi emin değilim; bir anda içeriye Öğretim Başkanı Deniz Kurmay Albay Ferhat Bağlarlıoğlu girdi. Sinirli bir şekilde, bağırarak; “Siz kimsiniz, ne olduğunuzu sanıyorsunuz, haddinizi bilin terbiyesiz herifler” vb. şeklinde hakaretler etmeye başladı. Kafeterya bir anda buz kesti. Kimse konuşmuyor Öğretim Başkanı’nın yüzüne anlamsızca bakıyordu. Zannediyorum herkes “Ne diyor bu adam, niye bize bağırıyor şimdi” diye düşünüyordu ve öyle düşündüğü de herkesin suratına yansımıştı ki Öğretim Başkanı hakaret eder şekilde bağırmayı bıraktı. Sonra; “Ne yapıyorsunuz siz burada?” diye sordu. Ön tarafta, sınıf kıdemlisi olan akademi öğrencisi “Mevcut alıyoruz Komutanım” dedi. “Kim sizi buraya çağırdı? Nerden çıktı mevcut almak?” deyince, “Sınıftan sorumlu Komutanlarımız çağırdı, bizim bir bilgimiz yok. Buraya geleli de fazla olmadı. Şimdi mevcut almaya çalışıyoruz” diye cevap verildi. Öğretim Başkanı rahatlamış görünüyordu, biraz önceki suçlayan tavrı gitmişti. Bu sefer olayı anlamaya çalışan sitemli bir hali vardı. Artık bağırmadığı için cümlelerinin tamamını duyamıyordum ancak “Ona kim demiş mevcut alınacak diye? Ne zaman? Nerden çıkarıyorsunuz arkadaşlar? Hayır. Yok öyle birşey” şeklinde konuşmalardı diye hatırlıyorum.
Sonra Öğretim Başkanı bize dönerek; “Neyse arkadaşlar, o dedi, bu dedi. Bunun bir önemi yok. Ben Öğretim Başkanıyım, benim böyle bir emrim yok. Bakın şuan ülkemizde bir darbe girişimi oluyor. Sokaklar karışık, halk sokaklarda. Devlet görevlileri televizyonda açıklamalar yapıyor, bu darbe girişimini önlemeye çalışıyor. Bizim bir darbenin içinde olmamız söz konusu olamaz. Ama siz gelmişsiniz, gecenin bir vaktinde üniformalarınızla burada oturuyorsunuz. Bütün ışıklar açık. Her yer karışık, bir kargaşa ortamı var, siz burada mevcut alıyoruz diyorsunuz. Dışarıdan birisi şuan sizi bu halde görürse ne düşünür? Sizin darbeci olduğunuzu düşünür. Darbeye katılacağınızı, destek vereceğinizi düşünür. Şimdi mevcut alınacak zaman değil. Ben Öğretim Başkanı olarak emrediyorum. Derhal burayı boşaltın ve lojmanlarınıza dönün. Benim emrim olmadan, bizzat ben emir vermeden hiç kimse evinden çıkmayacak. Şu dedi, bu dedi diye mazeret kabul etmiyorum. Herkes derhal evine dönsün ve benden emir gelmeden evinden çıkmasın.” dedi. Herkes bir anda ayaklandı biraz da panik halinde, hızlı bir şekilde akademiden çıkmaya, lojmanlara dönmeye başladı.
Dz.Kur.Alb.Ferhat Bağlarlıoğlu o gün gerçek bir asker refleksiyle; basit, sade ancak net ve doğru bir emir vermişti bizlere. Belki de bu sayede o gün orada bizleri tuzağa düşürmek isteyenlerin oyununu bozmuş; hepimizi hemen ertesi gün başlayacak olan dayak, taciz, işkence ve hatta linç edilmekten kurtarmıştı. Kim bilir?
Ben sabaha kadar lojmanlardaki evimde televizyon izleyerek yaşananları takip etmeye çalıştım. Sabah 06:30’da Öğretim Başkanı emriyle mevcut almak üzere lojmanlar bölgesinde toplandık. Deniz Harp Akademisi öğrencilerinden üç kişinin bu olaylara karıştığını/ karıştırıldığını orada fark ettik. Ancak geriye kalan tüm öğrencilerin de bir biçimde ordudan ihraç edilip sosyal ölüme terk edileceğini, birçoğunun “Darbecilik/Teröristlik” ile suçlanıp hapse atılacağını, Harp Akademileri’nin, Harp Okulları’nın ve Askeri Liseler’in kapatılacağını o an henüz hiç birimiz bilmiyorduk. Bir darbe girişiminin olduğunu ve bunun “halk” tarafından önlendiğini zannederken; asıl darbenin Erdoğan tarafından
20 Temmuz 2016’da yapılacağını, önlenemeyeceğini ve ülkeye diğer darbelerin verdiğinden çok daha fazla zarar vereceğine hep birlikte şahit olacaktık.