Sözde “Çözüm Süreci” sonrası Hakkari…

Büyüklerden istediğim yakınlığı göremeyince şansımı sokakta
oynayan çocuklardan yana denemek istedim, yanlarına gidip
selam verdim. 5-6 yaşlarında küçük bir kız çocuğu selamıma
karşılık yalnızca ‘asker bizim camımızı kırdı!’ deyiverdi. Ben
ise ne diyeceğimi şaşırdım, durumu toparlamak için
‘istemeden olmuştur, kazayla’ deyip konuyu değiştirmeye
çalıştım, ama nafile.
Beni azarlarcasına, abisinin dağda olduğunu uzun zamandır
görüşemediklerini, çok güzel mesleklerle aklını çelmeye
çalışmama rağmen kendisinin de büyüyünce onun gibi
olmak istediğini, onun yanına gitmek istediğini falan anlattı,
buzları eritemedik, benimle sert konuşmaya devam ediyordu.
Hatta küçük erkek kardeşini de abla edasıyla benden uzak
tutarak korumaya çalıştı. Ben de doğal olarak diğer
çocuklarla konuşmaya başladım. İlgi gören her çocuk gibi
sevindiler ve iletişim kurmayı bu defa başardık.
Diğer çocuklarla muhabbeti ilerlettik ve beş-on dakika sonra
camlarını kırmayacağıma artık ikna oldu ki aramıza o da
katıldı. Biraz şakalaştıktan sonra isimlerini öğrendim, her
birine teker teker büyüyünce ne olmak istediklerini sordum;
batıdaki gibi doktor, öğretmen, mühendis olmak isteyen
çıkmadı. Hele birkaçının cevabını duysanız, benim gibi
düşünmekten uykularınız kaçar.

BİLAL ÖZDEN

Hakkari’nin uzak bir bölgesinde bir dış karakola atanmıştım. Çözüm süreci sonrası devletin orantısız bir güçle kontrolü tekrar ele almasıyla birlikte bölge halkı devlet güçlerine ve doğal olarak karakolumuza karşı mesafe koymuştu.

Köylülerle tanışıp, sıkıntılarını dinlemek için yakındaki köye ilk ziyaretimi gerçekleştirdim. Köyün başında araçtan inip evlerin arasında yürümeye başladık, bizi gören birçok vatandaşın kapısını kapatıp evine girdiğini görünce canım çok sıkıldı.

Sebebi belliydi; devlet, çözüm süreci esnasında PKK ile köylü arasından tamamen çekilmiş, örgüt bölgeyi yönetmek için kendi komitelerini kurmuştu. Buna uyum sağlamayan, devletle arası iyi olan güvenlik korucuları ve diğer köylüler ise bu süreçte kendi köylerinde barınamaz hale gelmişti. Hatta çadır mahkemelerinde yargılanmış, cezalandırılmıştı.

Çözüm sürecini siyasi ikbali için ‘bozdolabına’ atan iktidar bölgeyi sert bir silahlı müdahale ile tekrar kontrolüne alsa da bölge halkı gelecekte kontrolün tekrar PKK’ye verilip verilmeyeceğini kestiremediğinden ve ayrıca bu savaşta huzurları kalmadığından devlet yetkililerinin hiçbirine selam dahi vermek istemiyordu.

Büyüklerden istediğim yakınlığı göremeyince şansımı sokakta oynayan çocuklardan yana denemek istedim, yanlarına gidip selam verdim. 5-6 yaşlarında küçük bir kız çocuğu selamıma karşılık yalnızca ‘asker bizim camımızı kırdı!’ deyiverdi. Ben ise ne diyeceğimi şaşırdım, durumu toparlamak için ‘istemeden olmuştur, kazayla’ deyip konuyu değiştirmeye
çalıştım, ama nafile.

Beni azarlarcasına, abisinin dağda olduğunu uzun zamandır görüşemediklerini, çok güzel mesleklerle aklını çelmeye çalışmama rağmen kendisinin de büyüyünce onun gibi olmak istediğini, onun yanına gitmek istediğini falan anlattı, buzları eritemedik, benimle sert konuşmaya devam ediyordu. Hatta küçük erkek kardeşini de abla edasıyla benden uzak tutarak korumaya çalıştı. Ben de doğal olarak diğer çocuklarla konuşmaya başladım. İlgi gören her çocuk gibi sevindiler ve iletişim kurmayı bu defa başardık.

Diğer çocuklarla muhabbeti ilerlettik ve beş-on dakika sonra camlarını kırmayacağıma artık ikna oldu ki aramıza o da katıldı. Biraz şakalaştıktan sonra isimlerini öğrendim, her birine teker teker büyüyünce ne olmak istediklerini sordum; batıdaki gibi doktor, öğretmen, mühendis olmak isteyen çıkmadı. Hele birkaçının cevabını duysanız, benim gibi
düşünmekten uykularınız kaçar.

BİLAL ÖZDEN

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *