Ordunun Demokratik Kontrolü, Vakay-ı Hayriye ve 15 Temmuz

Umut GÜÇLÜER

Askeri gücün kontrolü her devirde ve her devlette temel bir yönetim sorunu olarak görülmüş ve çeşitli kontrol yöntemleri geliştirilmeye çalışılmıştır. [1,2,3,4,5]

Bunların kapsamlı bir derlemesi ve ABD ve AB modelleri üzerinden çözüm önerisi getiren Demokratikleşme Sürecinde Ordu kitabının AB uyum sürecinde, açıkça deklare edilmeksizin hükümet tarafından hayata geçirilmesi temayülü komuta heyetinde huzursuzluk sebebi olmuş, rahatsızlık karargâh personeline sık sık yansıtılmıştır.

AKP iktidarı, AB Uyum süreci bahanesiyle ordunun etkinliğinin azaltılması ve itibarsızlaştırılması gayreti içinde olduğu intibaı oluşturmuştur. Protokol düzenlemeleri, bedelli askerlik uygulamaları, askerlik kısaltmaları, asker kaçaklarına yaptırımların uygulanmaması, askeri yargıyı tanzim teklifleri, Harp Okulları kanun değişiklik teşebbüsleri, Terörle Mücadelede başarısızlık söylemleri, Çözüm süreçleri ile TSK’nin savaşçı ruh ve kurumsal kültürü aşındırılmaya çalışılmıştır.

Oysa askeri literatürde ordunun demokratik kontrolünün savunma yeteneği azaltılmadan sağlanmasına yönelik pek çok düzenleme örnekleri ve esasları bilinmektedir. Buna rağmen zayıflatma ve itibarsızlaştırma yönteminin seçilmiş olduğu intibaı büyük bir huzursuzluk kaynağı olmuştur.

Oysa AB örneğine baktığımızda; yedi aşamalı bir süreç izleyerek belirlenmiş esaslar doğrultusunda bir geçiş ve denetim mekanizması kurulduğu, ABD’nin ise bunu savaşçı ruha engel gördüğü için bütçe ve senato üzerinden bir yöntem geliştirdiği görülmektedir. 

Gerçek bir demokratikleşme hareketi yokken demokratik kontrol sürecinden kaçınılması esası en kritik husustur. Zira imtiyaz alanları olarak tanımlanan ordunun inisiyatifine yönelik pek çok sınırlama çeşitli vesilelerle hayata geçirilirken, demokratikleşme yerine gittikçe otoriterleşen bir yönetim anlayışı hâkim oluyordu.

Kısaca ifade etmek gerekirse Osmanlı tarihinde yeniçeri-tımarlı sipahi dengeleriyle iktidarı yönlendirme ya da değiştirme gayretleri asker-siyaset dengesi arasında tarihi bir mücadele olagelmiştir. Şimdi buna yönelik tarihimizden bir iki örneğe özetle bakalım.

Vakay-ı Hayriye Örneği

15 Temmuz sonrası Milli Savunma Üniversitesi rektörü olan Erhan Afyoncu’nun, CNN Türk televizyonunda açıkladığı ve kitabında da belirttiği üzere iktidar çözümü Vakay-ı Hayriye Örneğinde bulmuştur. Her ne kadar mevcut ulus devlet düzeninin kurucusu kabul edilen Metternich bu tarihi hadisenin Devlet-i Aliye’yi batırdığını söylese de, Erhan Afyoncu ikinci Mahmut’un örnek alındığını vurgulamaktadır. 15 Temmuz sonrası gelişmeler de kendisini doğrulamaktadır. II Mahmut tahta geçmeden evvel yeniçeri ayaklanmaları ile önce III. Selim’in tahttan indirilmesine sonrasında Sadrazamı Alemdar Mustafa Paşa’nın katline şahit olmuştur. Yeniçeri düzeninin kendi iktidarı için bir tehdit olduğunu iyice anlamış ve sabırla yeniçerinin tamamen etkisiz hale gelebileceği bir ortamın ve olayın hazırlanmasını sağlamıştır. Bunun için uzun ve gizli çalışmalar yürütülmüştür. Yeniçeri ağası olarak tayin ettiği Hüseyin ağa önce II Mahmut’a problem çıkarabilecek yeniçerileri tespit etti. Çeşitli bahaneler ile bunlar tasfiye edildi. Yeniçeriye karşı II. Mahmut ulema ve halkı yanına alacak söylemler geliştirdi. 

Vakay-ı Hayriye olayı öncesinde Belçika’dan gizlice silahlar ithal etti. 29 Mayıs 1826’da sarayda yapılan bir toplantıda yeniçeri teşkilatının dünya orduları önünde başarısız olduğundan hareket ile yeniçerinin yeniden teşkilatlanmasına yönelik bir belge hazırlandı. Toplantıya katılan Yeniçeri subayları da bu belgeyi imzaladılar. ‘Eşkinci’ adında yeni bir teşkilat kurulacaktı. Aslında Eşkinci teşkilatı aslında Yeniçerinin ortadan kaldırılması için bir tuzaktı. Bu değişikliği Yeniçerinin ileri gelen paşalarının ve subayların bunu istemeyeceğini II. Mahmut’ta biliyordu.  [7]

II Mahmut 11 Haziran 1826 tarihinde Eşkincilerin Avrupa tarzı üniformalar ile eğitimlere başlayacağını duyurdu. Bu aslında isyana teşvik idi. Ve istenen oldu. Yeniçeri teşkilatı içerisinde iktidar yanlısı üst düzey subaylar ve bir takım paşalarında gizli kışkırtmaları ile Yeniçeri 15 Haziran 1826 tarihinde isyan etti. Ancak sayıları cebecilerin desteği ile bile ancak 2.000 kişi idi. Etmeydanında toplanıp kazan kaldırdılar. İki gruba ayrılıp Babıâli basıldı ve Beyazıtta bir konak yağmalandı.

Bu isyan aslında tam bir tuzağın eseri idi. Önceden hazırlanmış kıt’alar, medrese talebeleri, halkın önde gelenleri ile teşkilatlandırılmış gruplar ve askeri silahlar yeniçerinin toplu olarak infaz edilmesi için bekliyordu.

II Mahmut Topkapı sarayında düzenlediği toplantıda Yeniçeri’ye taviz verilmemesi üzerinde karar aldı fetva çıkarttı. Önce isyan edenlerle göstermelik yatıştırma görüşmeleri yapıldı. Amaç zaman kazanmaktı. Yeniçeri bu şekilde oyalanırken önceden yapılmış hazırlık devreye sokulmak üzere harekete geçildi. Şeyhülislam yeniçeriye karşı halktan kim mücadeleye katılır ve ölürse şehit olacağına dair fetva verdi. Padişah İstanbul’un her yerine tellallar çıkartarak halkı padişahın yanında sokaklara davet etti. “Ehl-i İslam olanlar Sancak-ı Şerif altında toplansınlar ve halifeye itaat nuruyla aydınlansınlar. Müslüman olup namus ehli olanlar silahlanıp Sultan Ahmet’te At Meydanında Sancak-ı Şerif altına buyursun” şeklinde yapılan duyurulara icabet eden halka saray tarafından silah dağıtıldı.

Sonrasında yaşanan süreç aslında tamamen yeniçerinin katli şekline dönüştü. Sadece isyana çıkan 2.000 yeniçeri değil kışlalarında bekleyen hatta olaydan habersiz ne kadar yeniçeri varsa görüldüğü yerde katledildi. Bir yeniçeri kışlası önceden bu kışlaya tevcih edilmiş topçu atışı ile tahrip edildi. 

15 Temmuz sürecinde yaşanan olaylar ile Vakay-ı Hayriye arasındaki paralellikler oldukça şaşırtıcıdır. 15 Temmuz gecesi Sıkıyönetim direktifine paralel şekilde Terör saldırısı saikiyle harekete geçirilen askeri personel darbe yapıyor konumuna sokulmuştur. Mesaj yayımlanmadan önce kışlalara Vakay-ı Hayriye konsepti içinde baskın veren kişileri kim sevk ve idare etmiştir. Askeri ve sivil cephesiyle olayın yönlendirilebilmesi için “yurtta sulh konseyi”nin işte bu 38 kişiden teşekkül etmesi daha makul görünmektedir.

Vakay-ı Hayriye ile başlatılan süreçte Osmanlı bozgunlardan başını alamamış, millet ‘Büyük Kaçgun’ dönemini yaşamış ve maalesef Metternich’in dediği gibi derin cahilliği ve sonsuz hayalperestliği ile giriştiği düzenlemeler sonunda II. Mahmut Devleti Âliye’yi batırmıştır.”

Yeniçeri ortadan kaldırılsa da saltanat ve iktidarı kaybetme korkusu ortadan kaldırılamamıştır. Zira ne kifayetsiz ve keyfi yönetim, ne rüşvet ve yolsuzluk, ne de zulüm ve adaletsizlik ortadan kalkmamıştır. Bunlar birbirinin sebep ve neticelerinden ibaretti. Eyyamcı politika ve baskıcı tedbirler oyunu gittikçe sertleştirerek, gizli örgütlenmeler ve cuntalar vasıtasıyla Kuleli Vakası(1859), Hüseyin Avni Paşa Darbesi (1876), Ali Süavi Olayı(1878) gibi teşebbüslerine sebep olmuştur. Aslında, Cunta ve Hizipleri oluşturan birbirinden korkar hale gelen yöneticilerdi. Sultan Abdülaziz’in katledilmesinin başlattığı korku dönemi, Abdülhamit’in tesis ettiği istibdat düzeni, hafiye ve jurnalcilik sistemiyle kolektif bir hastalığa dönüşmüştür.

  1. Huntıngton,Samuel;Üçüncü Dalga,
  2. Huntıngton,Samuel;Asker ve Devlet,
  3. Klein,Naomi;ŞOK Doktrini,
  4.  Farabi, Medinetül Fazıla,
  5. Tepedelenlioğlu,Nizamettin Nazif;Ordu ve Siyaset,
  6. Serra, Narcis; Demokratikleşme Sürecinde Ordu,
  7. 2013-2015 yılları arasında TSK’nın yeniden yapılandırılması yönünde Erdoğan ve ekibinin TSK içinde partizanlaşan paşalar ve Hulusi Akar aracılığı ile yaptırmaya çalıştıği teşkilat değişiklikleri gibi.

Umut GÜÇLÜER

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *