Masumiyetin Verdiği Sonsuz Güç: Terry Waite ve Ahmet Altan…

YUSUF MURAT GENCAY

Her insanın sahip olduğu hayatın hakkını verebilmek için fiziksel olarak yaşamaktan öte bir misyonunun da olaması gerektiğini düşünüyorum. Bu misyonun ne zaman ve nasıl keşfedileceği ise her bir birey için gizemli  bir sır. 2019 yılının başında bu gizemli sırrın kendisi ile ilgili olan kısmını çözmüş Terry Waite ile tanışma fırsatım oldu. Terry Waite’ın sırrı çözebilmesi için büyük acılar ve adaletsizlikler yaşaması gerekmiş. Hayatının 5 yılını tek kişilik karanlık bir hücrede; gözleri kapatılmış, ayaklarından ve kollarından zincirle her günün 23 saati bağlı olarak geçirmek zorunda bırakılmış. O dönemki risklerden dolayı Lübnan’a gitmemesi konusunda birçok ikaz almasına rağmen, hapishanelerde tutulan İngiliz tutsakları ziyaret edebilmek ve onlara yardımcı olabilmek ümidiyle, herşeyden de önemlisi daha önce gideceği konusunda söz verdiği için güvenirliliğinden ödün vermemek için gitmiş. Ancak herhangi bir gerekçe gösterilmeden kendisi de hapishaneye konulmuş ve insanlık dışı şartlarda 1991 yılına kadar 5 yıl geçirmiş. Serbest bırakıldıktan hemen sonra da  “Hostage UK” ve daha sonra da “Hostage International” (https://hostageuk.org/)  isimli yardım kuruluşlarını haksız yere hapishanelerde tutulan masum insanlara ve ailelerine yardımcı olabilmek için kurmuş. Terry Waite’ın başkalarına yardım konusunda göstermiş olduğu kararlılık benim de hayatımdaki misyonum ve yaşadığım hayatın hakkını verebilmek için neler yapmam gerektiği konusunu tekrar değerlendirmeme sebep oldu. 

Konuşmasında Terry Waite öfkeyi bir an önce söndürülmesi gereken ateşe benzetti. Kendisinin içindeki öfkeyi tutsaklığının ilk haftasında sönümlendirdiğini ifade etti. Kendisini insanık dışı şartlarda tutan kişilere karşı kin ve düşmanlık kısır döngüsünü kırmayı başarmış. Yaşadığı bütün sıkıntılara rağmen kendisinin “Başkalarını affetmek önce kendini affetmekle başlar; eğer affedersen yolunu açarsın ve ileri gidebilirsin” söylemi akılda tutulması gereken bir husus olarak hafızamda yer etti. Bununla birlikte, affedebilmenin kendisine yapılan yanlışlıklara rıza gösterip kabullenmesi demek olmadığnı, sadece muhatapları hakkında empati yaparak insan oğluna karşı nasıl bu kadar acımasız olabildiklerini anlamaya çalıştığının da özellikle altını çizdi. 

Birçoğumuz kendi hayatımızla aşırı derecede meşgul bireyler olarak, acaba yaşadığımız şehir veya kasabalarda yalnızlığa terke edilmiş insanlardan ne kadar haberdarız. Ya da başka ülkelerde otokratik yöneticiler tarafından baskı ve şiddete maruz kalan ve acı içerisinde sevdiklerinden ayrı, hücrelerde yalnızlaştırılan masum binlerce insan hiç aklımıza geliyor mu? İnsanlık tarihinin asırlar süren mücadelesi sonucu oluşturulan temel insan hakları ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve işkencenin her türlüsünün her canlıya karşı uygulanmasının yasaklanması gibi normları üstün tutan “Uluslararası Toplum” iddiası halen var mı? Böyle bir “Uluslararasi Toplum” ideali var ise yaşanan adaletsizliklere karşı bir şey yapma, ya da en azından yüksek tonda sesini çıkarma sorumluluğu yok mudur? Yoksa adaleti sadece zulmün ucu bize dokunduğunda hatırlayacak kadar öngörüsüz ve bahtsız yaşayan yığınlar haline mi geldik hep birlikte?  

“Herhangi bir yerdeki adaletsizlik, heryerdeki adalete tehdittir. “

Martin Luther King, Jr.

Terry Waite`in konuşmasına gitmeden önce internetteki bazı konuşmalarını dinlemiş ve imzalatmak için kendisine ait, “Taken on Trust” isimli kitabını satın almıştım. Kitabında dikkatimi çeken en önemli mesajı şuydu: “Vücudumu hapsedebilirsiniz, zihnimi yaptığınız işkencelerle kontrol etmeye çalışabilirsiniz, fakat ruhumu asla kontrol edemezsiniz. Ruhum her zaman özgür olacaktır”. Bu mesaj yakın zamanda kitabını okuduğum Türk yazar ve aydını Ahmet Altan’ın verdiği mesaja çok benziyordu. Ahmet Altan, 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de yaşanan, sebep ve sonuç ilişkisi itibarıyla her yönüyle izahtan vareste şer bir vaka sonrasında, 3 yıldan uzun süredir kendisi gibi masum binlerce insanla birlikte ne ile suçlandıklarını bilmeden ve haklarında suç işlediklerine dair kanıt sunulmadan, Türk hapishanelerinde tutulmaktadır. Ahmet Altan “Dünyayı Bir Daha Hiç Görmeyeceğim- I Will Never See The World Again” isimli kitabında Terry Waite’e benzer şekilde bir tarafta hapsedilmiş et, kemik, kan, kas ve sinirlerden oluşan insan vücudu gerçekliğinden bahsederken, diğer taraftan dokunulmaz olan insan zihnine vurgu yapmaktadır. Terry Waite’ın konuşması sonrasında farklı coğrafyalarda aynı bakış açılarını paylaşan ve sözlerinin  ve duruşlarının sonsuz gücünü masumiyetlerinden/haklı oluşlarından alan bu iki insan arasında bir iletişim kanalı oluşturma, en azından birbirlerinin yaşadıklarından haberdar olmalarını sağlama sorumluluğu hissettim.

Terry Waite hapishane anılarını, tutsaklığı esnasında kalem ve kağıda ulaşma imkanı olmadığı için zihnine yazmak zorunda kalmış, serbest bırakılır bırakılmaz da zihnine kazıdığı kelimeleri kitap haline getirmiş. Ahmet Altan daha şanslıydı ve küçük not kağıtlarına yazdığı hapishane anılarını gizlice hapishane dışına çıkarmayı başarmış ve hapishanedeki duygu ve düşüncelerini anlatan bu notlar İngilizce’ye çevrilmesi sonrasında İngiltere’de 2019 yılının başında kitap olarak basılabilmişti. Ahmet Altan`ın kitabı `I Will Never See The World Again` Eylül 2019 ayında Baillie Gifford ödülüne aday gösterilen 12 kitaptan biri olmayı başardı. Onu duvarlar arasına sıkıştımaya çalışanlar yanılmış, fikirleri ve zulme karşı göstediği asil duruş özgürlük kuşunun kanatları altında ülke sınırlarının ötesinde uçmuştu bile.  

Ahmet Altan’ın kitabını Terry Waite’e verip, içeriğinden kısaca bahsettikten sonra, Terry Waite’ın ilk sözleri “Ahmet’e en kısa sürede bir mektup yazmak zorundayım” oldu. Her zaman, en zor şartlarda dahi, başkaları için yapılabilecek birşeyler vardır. 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *