300 Bin Kişi Arasında Korona Ayrımı Yapmak “İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar” Kategorisindedir.
AHMET YILDIZ
Erdoğan’ın başkanlığındaki “Korona Virüsüyle Topyekün Mücadele Toplantısı”nda cezaevlerinde bulunanların tahliyesine ilişkin ceza infaz indirimi de görüşüldü.
Erdoğan toplantıda, TCK’daki cezasızlık düzenlemesinin aynı kalmasını ve “Cinsel suçlar, kasten adam öldürmek, uyuşturucu madde ticareti, örgütlü suçlar, terör suçlarını işleyenler ile mükerrirlerin (tekrar suç işleyenler)” kapsam dışı bırakılmasını istedi.
Bu kapsamda basına yansıyan bilgilere göre;
Cinsel, uyuşturucu, örgütlü, terör suçlarını işleyenler ile mükerrirler (tekrar suç işleyenler) hariç cezaların infazı 2/3 (yüzde 67) yerine 1/2 (yüzde 50) olarak uygulanacak. Cezaevinde kalınacak sürenin 5’te 1’i denetimli serbestlikte geçirebilecek. Doğum yapan bir kadın, doğumun üzerinden 1.5 yıl geçmeden cezaevine konulamayacak. 70 yaşın üzerindekiler 2 yıl ve altındaki cezalarını, 75 yaşın üzerindekiler ise 4 yıl ve altında kalan cezalarını konutta çekecek. Taslak ana hatlarıyla şöyle: Bir yıllık otomatik denetimli serbestlik mekanizması sona eriyor. Örneğin 1 ay hapis cezası alan kişi de artık 12 gün cezasını açık cezaevinde geçirecek.
Hapishanelerin doluluk oranı, hijyen şartları ve hapsedilmiş insanların hastalandıklarında tedaviye ulaşma imkanının son derece problemli olması durumu Türk Yargı ve Ceza İnfaz Sisteminin bilinen sorunsallarıdır. Hapishanelerde kanser hastalarının bile tedavisinde gecikmeler oluyor ve pek çok mahkum zamanında tedavi olamadığı için kısa süre içerisinde hayatını kaybediyor.
Korana virüsüne karşı 300 bin kişinin hayatını tehlikeye atacak olan söz konusu uygulama açık bir şekilde Anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır.
Neden mi? Anayasanın 10’uncu maddesi bu konuda “devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” demektedir. O halde, eşitlik ilkesinin “idare makamları”na hitap ettiğinden hiç kuşku yoktur. Ancak eşitlik ilkesi, sadece idare makamlarına, yani kanunun uygulayıcılarına değil, aynı zamanda kanun koyucuya, yani yasama organına da hitap eder.
Dolayısı ile yasama organının yani TBMM’nin farklı oranlarda ceza indirimi de bu eşitlik ilkesinin ihlalini teşkil edecektir. Çünkü burada indirimin sebebi işlenen suçun niteliği değil bütün insanlık için hayati tehdit oluşturan bir virüstür. Ve bu virüs insan hayatını tehdit ederken kişilerin işledikleri suça göre ayrım yapmıyor.
Kaldı ki ceza indiriminden ziyade hapishanedeki insanların korona’dan korunabilecekleri güvenli karantina ortamına ihtiyacı vardır.
Suçu ne olursa olsun, bir kişiyi hapishanede korona virüsüne maruz bırakmak onu ölümle cezalandırmak anlamını taşımaktadır. Kanunlarımız gereğince Türkiye Cumhuriyeti Devletinde cezası ölüm olan hiçbir suç yoktur. İktidarın kendi siyasi mülahazaları nedeniyle mahkumlar arasında bu şekilde ayrım yapması ve onların ölümle baş başa bırakılması başta anayasal bir suç olmakla birlikte insanlığa karşı işlenen suçlardan birisi olacaktır. Çünkü virüsle enfekte olan mahkumların hapishane koşullarında tedavi olamayacağı aşikardır. İtalya ve Fransa gibi ülkelerin tedavi için gerekli olan yoğun bakım ünitelerinin yeterli olmaması nedeniyle bir çok kişinin ölüme terk ettiği gerçeği gözardı edilemez. Dolayısı ile “Kasıtlı olarak ciddi ıstıraplara ya da bedensel veya zihinsel veya fiziksel sağlıkta ciddi hasara neden olan benzer nitelikteki eylemler (md. 7/1-k)” kapsamına girecek uygulama insanlığa karşı işlenen suçlar kategosindedir.
Bununla birlikte mahkumlar arasında korona risk grupları oluşturarak en riskli grupları tahliye etmek de korona’ya karşı yapılan mücadelede stratejik bir hata olacaktır. Korona virüsünün yaşlı ve hastaları daha çok etkilediği söylense de genç ölümlere de neden olduğu bilinen bir gerçektir. Kötü hapishane koşulları ve yetersiz sağlık hizmeti hapishanelerde bir çok genç mahkumun da ölmesine neden olacaktır. Bu nedenle bütün mahkumların, tüm vatandaşlar gibi kendi ailelerinin yanında bu tehdit geçene kadar karantina şartlarında kalması gerekmektedir.
Konu suç ve ceza kapsamından çıkmıştır. Ölüm kalım mücadelesine dönüşmüş bir tehditle karşı karşıyayız. Tahliyeler sonrası mahkumların kontrol edilemeyeceği düşüncesi gündeme gelebilir. Bu korku günümüz teknolojisinde oldukça gereksiz ve yersizdir. Elektronik kelepçe veya daha başka teknolojik sistemlerin kullanılması suretiyle mahkumlar emniyet teşkilatı tarafından takip edilebilir.
İnsan doğasında kendini koruma refleksi gözardı edilebilecek bir içgüdü değildir. Dünyanın bir çok ülkesindeki hapishanelerde hali hazırda korona virüsü nedeniyle firarlar ve isyanlar vukuu buluyor. Bu durum hem hapishane personeli hem de mahkumların hayatını kaybetmesine neden oluyor.
300 bin kişinin söz konusu süreci ailelerinin yanında, karantina şartlarında geçirmesi toplumsal huzur ve temel insan hakları bakımından bir zarurettir.
AHMET YILDIZ