Can Dündar’ın Erdoğan’a lütfu – A gift from Can Dündar…
Can Dündar tarafından, kendisinin hazırladığı “Köprü” belgeselinin Alman ZDF Televizyonunda yayınlanacağı duyurulduğunda açıkçası doyurucu bir program izleme beklentisi olmuştu. Tabi ki 15 Temmuz ile ilgili yeni ve olağanüstü keşifler yapmasını beklemiyordum ancak samimi olmak gerekirse zamanımızın israf edileceğini de düşünmemiştim. Bütün hayal kırıklığına rağmen, Can Dündar imzalı yayını izledikten sonra yeniden anlaşıldı ki 15 Temmuz ile ilgili ortaya çıkan her ürün o gecenin tekrar sorgulanmasına zemin hazırladığı için önemlidir. Yapılan belgeselin, yayınlanan programın ya da ifadeyi verenin hangi hayat görüşüne sahip olduğu veya maksadının hangi mesajı vermek olduğu fark etmiyor aslında, yeter ki ifadeye ve kelimelere takılmadan satır araları da dahil eserin bize ne anlattığını anlayacak sorgulama pratiğini devreye sokabilelim.
Köprü belgeseli için görüş almak üzere seçilen kişiler, belki de bu çalışmanın Alman televizyonu ile ortak olarak yapılması nedeniyle, Alman büyükelçi Martin Erdmann ve Alman Der Spiegel dergisinin Türkiye temsilcisi Maximillian Popp olmuş. Diğer taraftan da 15 Temmuz’a iştirak edenlerden Asker tarafı için Er Burak Dinler’in ablasını, halk arasından da kurye şoförlüğü yapan Eyüp Karaman’ı dahil ederek program yapma yoluna gidilmiş. Sadece bu tercih bile 15 Temmuz’da asker ile halkın karşı karşıya getirilmesi kurgusunun hayata geçirilmesinde Erdoğan Akar ve Fidan’ın nasıl başarılı olduğunu gösteriyor bize. Bu konukların o gün yaşadıkları son derece önemli olsa da böyle bir belgesel için katkıları son derece sınırlı kalmış haliyle. 15 Temmuz belgeseli başlığı taşıyan bir çalışmayı yeni youtube kanalı aşmış birine bile yaptırsanız askerlik geçmişi açısından konuya ışık tutacak, üst düzey görevlerde bulunmuş birine kolaylıkla ulaşabilirdi sanırım. En azından ZDF televizyonu tarafından Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden kişiden başlamak üzere 15 Temmuz günü “darbe”ye maruz kaldığını iddia edenlerden ulaşabildiği en yetkili siyasi ile “darbeci” olduğu iddiasına maruz bırakılanlardan ulaşılabilen en yetkili askeri kişi ile görüşülmesi ve iki tarafın da görüşlerinin izleyiciye ulaştırılmış olması beklenirdi. Ayrıca olayın taraflarından biri olarak gösterdiği Gülen’in de herhangi bir görüşü alınmamış bu belgeselde.
Can Dündar tarafından, kendisinin hazırladığı “Köprü” belgeselinin Alman ZDF Televizyonunda yayınlanacağı duyurulduğunda açıkçası doyurucu bir program izleme beklentisi olmuştu. Tabi ki 15 Temmuz ile ilgili yeni ve olağanüstü keşifler yapmasını beklemiyordum ancak samimi olmak gerekirse zamanımızın israf edileceğini de düşünmemiştim. Bütün hayal kırıklığına rağmen, Can Dündar imzalı yayını izledikten sonra yeniden anlaşıldı ki 15 Temmuz ile ilgili ortaya çıkan her ürün o gecenin tekrar sorgulanmasına zemin hazırladığı için önemlidir. Yapılan belgeselin, yayınlanan programın ya da ifadeyi verenin hangi hayat görüşüne sahip olduğu veya maksadının hangi mesajı vermek olduğu fark etmiyor aslında, yeter ki ifadeye ve kelimelere takılmadan satır araları da dahil eserin bize ne anlattığını anlayacak sorgulama pratiğini devreye sokabilelim.
Köprü belgeseli için görüş almak üzere seçilen kişiler, belki de bu çalışmanın Alman televizyonu ile ortak olarak yapılması nedeniyle, Alman büyükelçi Martin Erdmann ve Alman Der Spiegel dergisinin Türkiye temsilcisi Maximillian Popp olmuş. Diğer taraftan da 15 Temmuz’a iştirak edenlerden Asker tarafı için Er Burak Dinler’in ablasını, halk arasından da kurye şoförlüğü yapan Eyüp Karaman’ı dahil ederek program yapma yoluna gidilmiş. Sadece bu tercih bile 15 Temmuz’da asker ile halkın karşı karşıya getirilmesi kurgusunun hayata geçirilmesinde Erdoğan Akar ve Fidan’ın nasıl başarılı olduğunu gösteriyor bize. Bu konukların o gün yaşadıkları son derece önemli olsa da böyle bir belgesel için katkıları son derece sınırlı kalmış haliyle. 15 Temmuz belgeseli başlığı taşıyan bir çalışmayı yeni youtube kanalı aşmış birine bile yaptırsanız askerlik geçmişi açısından konuya ışık tutacak, üst düzey görevlerde bulunmuş birine kolaylıkla ulaşabilirdi sanırım. En azından ZDF televizyonu tarafından Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden kişiden başlamak üzere 15 Temmuz günü “darbe”ye maruz kaldığını iddia edenlerden ulaşabildiği en yetkili siyasi ile “darbeci” olduğu iddiasına maruz bırakılanlardan ulaşılabilen en yetkili askeri kişi ile görüşülmesi ve iki tarafın da görüşlerinin izleyiciye ulaştırılmış olması beklenirdi. Ayrıca olayın taraflarından biri olarak gösterdiği Gülen’in de herhangi bir görüşü alınmamış bu belgeselde.
Hem fiziki olarak hem de idari emir komuta açısından Türkiye’de olmayıp yurt dışında NATO görevlerinde iken “darbeyi NATO ile koordine ettikleri” safsatası ile TSK’dan hukuksuz olarak atılan bir tane subaya da mı ulaşamadınız? 15 Temmuz ile ilgili bu olayın tamamen dışında olup da tarafsız olarak bilir kişilik yapabilecek yegâne yetişmiş uzman insan gücü bu şekilde yurt dışında görevli olan askeri personeldir. Eğer görüşmek için bir girişimleri oldu ve tüm taraflardan da olumsuz cevap alındı ise bunun izleyiciye aktarılması beklenirdi. Hadi diyelim hem meclis araştırma komisyonundan kaçırılan hem de mahkemeye şikayetçi olarak bile gelmeye cesaret edemeyen Hulusi Akar’a ulaşamadınız, mesela yurt dışında yaşadığı söylenen düğünde Korgeneral Mehmet Şanver’e “Şanver, bu aşamada Korgeneral Kadıoğlu’nu Eskişehir’e kadar göndermeye gerek yok, çağır geri gelsin” diyerek yoldan geri getirten, Şanver’in de “komutanın bu sözünden duruma son derece vakıf olduğunu düşündüm ve Kadıoğlu’nu geri çağırdım” diyerek olayın merkezine koyduğu kişi olan, önceden ayarladığı adamların salona gelmesini bekleyen Abidin Ünal’a o gece ile ilgili soracak hiç mi sorunuz yoktu?
4 yıl sonra geriye baktığında “cevaplanması gereken yüzlerce soru bulunuyor ve açığa kavuşturulmasında bizlerin de sorumluluğu var” dedikten sonra o sorulardan hiç söz etmeden belgesel yapabilmek de sadece tecrübeli bir belgesel yapımcısı tarafından başarabilecek bir şeymiş demek ki. Hem kanıtsız duyum ve dayanaksız iddiaların gerçek gibi yayıldığını söyleyip hem de rejimin o iddialarını gerçek gibi programda ifade etmek yine büyük bir başarı olmuş. Öyle anlaşılıyor ki Can Dündar en azından yurt dışında yaşayan askeri personelin yaptığı analizlerden haberdar, ancak bu değerlendirmelere yaklaşımı, eğer ideolojik körlük değilse, komplo teorisi kolaycılığına sığınmak şeklinde olmuş gibi görünüyor. Sizin “yok bu kadar da olamaz” dediğiniz olayları maalesef bizler içinde iliklerimize kadar yaşayarak gördük sayın Dündar. Size sadece iki misal vereyim “TSK’ya kurulan istihbarat tuzakları” ve “TSK Komuta Kademesinin 15 Temmuz öncesi Erdoğan’la Esrarengiz Buluşması” yazılarına www.15temmuzinfo.net sitesinin aşağıdaki linklerinden ulaşabilirsiniz.
- 5temmuzdavalari.wpcomstaging.com/tr/2020/06/18/hava-kuvvetlerine-kurulan-istihbarat-tuzaklari/
- 5temmuzdavalari.wpcomstaging.com/tr/2020/08/17/tsk-komuta-kademesi-ile-erdoganin-esrarengiz-bulusmasi/
Can Dündar çalışmasını Erdoğan Cemaat rekabeti faraziyesi üzerine kurgulamış. Erdoğan’ın 15 Temmuz’u 2012’den önceki cemaat ortaklığını bozmasına dayandırdığı belgeselinde ne bu ortaklığın kime karşı olduğuna ne de Erdoğan’ın 2012’den sonraki dönemde kiminle ortaklık yaptığına hiç değinmeden böyle bir program yapmış olması büyük bir belgeselcilik başarısı olmuş görünüyor. Rejim tarafından hedef tahtasına koyulan bütün askerleri suçlamış ancak neden hem sokağa çıkarılan askerlerin hem Akıncı üssünü uçuşa kapatan pilotların, hem o gün tatilde olan askerlerin aynı torbaya doldurulduğunu hiç sorgulamamış. Bu kadar askerin istese nasıl darbe yapabileceğini tahmin edememiş olabileceğini düşünmek yapımcının zekâsı ile alay etmek olur sanırım. Bırakın 14 Temmuz günkü seviyeyi, şu anki selamsız bandosu formatına düşürülen TSK’da bile bu kadar asker toplanıp Erdoğan’a 3 gün tuvalete gitmeyeceksin diye mesaj atsa, Erdoğan’ın yanlışlık olmasın diye 10 gün tuvalete gidemeyeceğini herkes tahmin edebilir sanırım.
Can Dündar ironi mi yaptı bilemiyorum ama hem Hulusi Akar’ın “darbecilerin başımıza geç teklifini reddedip elleri ve ağzının bağlanıp esir alındığını” söylemesi hem de bunu ifade ederken Akar’ın karargâhtan çıkarken unuttuğu şapkasını istediği görüntüyü belgesele koymayı tercih etmesi çok manidar olmuş.
15 Temmuz ile ilgili bırakın bir belgesel programını 3-5 tiwitlik bir flood bile hazırlasanız bunun çoğunda Hulusi Akar’ın sorgulanması gerekirken. Can Dündar böyle bir ihtiyaç hissetmemiş. Akar ve Fidan’ın kurgularını gerçekmiş gibi farz ederek programa yansıtmış. Resmi açıklamalar için başlangıç noktası olarak sunulan bir binbaşının “ordunun darbe yapacağı ihbarı” ile güya haber alan Hakan Fidan’ın, neden bağlı olduğu başbakan ve sır küpü olduğu Cumhurbaşkanını aramayıp da derhal ve hiç korkmadan “darbeyi” yapacak ordunun Genel Kurmay Başkanlığının karargahına gidebildiğini ve elini kolunu sallayarak oradan ayrıldığını hiç sorgulamamış. Halbuki kendisi Barselona’dayken 16 Temmuz günü Türkiye’ye dönmek için bilet almış olmasına rağmen ailesinin ve avukatlarının kendisi için bunun güvenli olmayacağı uyarısına uyarak Türkiye’ye dönmekten vazgeçmiş ve bunun ne kadar doğru olduğunun da sonradan anlaşıldığını ifade etmiş. Demek ki size bir tehdit olduğu haber verildiğinde olağan insan davranışı, elini kolunu sallayarak sizi tehdit eden yere gitmek değilmiş öyle mi sayın Dündar? Üstelik avukatının bu tavsiyesi kesin bilgi bile değil sadece bir öngörü. Bu hareket tarzı herkes için aynıdır, misal bir üs bölgesinde görevli üsteğmen de birliğine saldırı ihbarı alsa, yapacağı ilk şey bağlı olduğu tabur ve tugaya süratle bilgi ulaştırıp güvenlik tedbirlerini artırır, koşarak Kandil’e gitmez, gidemez.
Hem zırhlı araçların sokağa çıktığını ifade edip uçuş yasağı verilirken, kışlaları kapatıp tankların çıkışını yasaklanmadığını kısaca sorgulayıp bu araçların o esnada yola koyulduğunu ifade edip hemen peşinden de Fidanı uğurlayan subayın “hazırlık deşifre olduğu” için planı 5.5 saat öne aldırdığını söylemesi daha önce yüzlerce saatlik görüntülerin titizlikle eşleştirildiğini ifade eden Dündar’ın titizliğine(!) de güzel bir örnek olmuş.
Köprüde bulunan ve sivillerin öldürülmesiyle suçlanan askerler defalarca ve ısrarla talep etmiş olmalarına, ölen kişiler ve askerlerin üzerine kayıtlı silahlarının balistik incelemeleri reddedilmiş olmasına rağmen ölümlerden askerleri sorumlu tutmak hiçbir ahlaki değer ile telif edilecek bir durum değildir.
Köprüyü stratejik öneme sahip bir yer olarak ifade edip burayı kontrol altına almak için askeri öğrencilerin gönderildiğini söylemek de yine büyük bir keşif olmuş. Askerliğini bedelli olarak yapmayan birine bile sorulsaydı, bu dar görüş belgeselde yer almazdı sanırım. Hava Harp Okulu öğrencilerinin orada yaşadıkları da yine özenle gizlenmeye çalışılmış bu çalışmanın içerisinde.
Bakın sayın Dündar, İstanbul içinde 2 genç subay sıradan bir trafik kazasına karışıp kavga etse sırasıyla o subayların amirleri olan;
Alay Komutanı o Tabur Komutanının,
Tugay Komutanı o Alay Komutanının,
Kolordu Komutanı o Tugay Komutanının,
Ordu Komutanı o Kolordu Komutanının,
K.K.K., 1’inci Ordu K. olan Ümit Dündar’ın,
Hulusi Akar hepsinin ağzına huniyle pisler.
Bunların talimatı olmadan 41 askerle bırakın Köprü kapatmayı o köprünün üstünden uçakla bile geçemezseniz.
Misal; şu uçuş 2011 yılında Org. Hasan Aksay’ın talimatıyla Hava Kuvvetlerinin 100’üncü Yıl kutlamaları için tüm koordineler yapılarak benim liderliğimde uçulurken, Genelkurmay Başkanının hışmına uğramış, daha biz üsse dönmeden siyah siyah makam arabaları uçuş ekibini alıp hesap sormak üzere Üs Komutanına götürmek için park yerinde sıraya geçmişti. Neyse ki uçaklardaki uçuş kayıt VTR’ı izleyince tüm uçuşun planlandığı gibi tüm koordineleri yapılmış irtifalardan yapıldığını gördüler de huniyi kullanamadılar.
Can Dündar, Erdoğan’ın “Allah’ın lütfu” ifadesine yer vermiş görüntüyü de yayına koymuş, ancak görüntünün orijinalinde o an damat Berat Albayrak’ın sırıtması çok dikkat çekici olmasına rağmen Erdoğan’ı zoom yaparak görüntünün damat bölümünü çıkarmayı tercih etmiş. Bu haliyle yayınlanan program beklentilere hitap eden bir belgeselden ziyade “Can Dündar’ın Erdoğan’a lütfu – A gift from Can Dündar” olmuş.
15 Temmuz’u aydınlatmak için çok değerli çalışmalar yapıldı. Uzman gözüyle yapılmış bu çalışmalara 15Temmuzinfo.net sayfasından ulaşabileceğiniz gibi değişik dünya görüşüne sahip gazetecilerin bakış açısını merak edenler için de sayın Ahmet Nesin ve Adem Yavuz Arslan’ın kişisel youtube kanalında hazırlanmış programlar incelenebilir, Köprü belgeseli maalesef bu konuda izleyicinin kafasındaki soruların aydınlatılmasına bir katkı sunabilmiş değil. Köprü Belgeselinde yayınlanan en çarpıcı bilgi programa halk temsilcisi olarak dahil edilen Eyüp Karaman’ın vermiş olduğu “SARIKLI SAKALLI insanların elinde KELEŞ eki HGS binasının oraya doğru koşturuyorlardı ben oradan askere ateş ettiklerini gördüm.” Şeklinde vermiş olduğu ifadedir ve önemlidir. Bu gerçeği tekrar dünyaya ilan etmiş olan Can Dündar ve ZDF televizyonuna teşekkür ediyoruz.