Davutoğlu’nun Açmadığı Defterler: ROJAVA’yı AKP Kurdu…Suriye Yazı Dizisi -3-
3.SAFHA : DAEŞ TARAFINDAN BATI KÜRDİSTAN OLUŞUMUNUN DEMOGRAFİK VE HUKUKİ ALTYAPISININ OLUŞTURULMASI, AKP’NİN PYD’YE DESTEĞİ, 6-8 EKİM OLAYLARI, VE PKK TERÖRÜNÜN AKP’YE KATKILARI (NİSAN 2013-EYLÜL 2014)
Suriye kuzeyinin tamamen muhaliflerin kontrolüne geçtiği Nisan 2013 Ayı içinde DAEŞ ülkeye giriş yaparak muhaliflere karşı savaşmaya başlamıştır. Böylece Suriye’deki savaşta yeni bir dönem başlamıştır. Bu safha Eylül 2014 içinde ABD öncülüğünde DAEŞ’e harekât başlatılmasına kadar sürmüştür.
Bu dönemde olayların gidiş yönünü belirleyen ana unsurlar; DAEŞ’in Suriye’de meydana getirdiği etkilerle PYD’ye alan açması, özerklik için demografik ve hukuki altyapıyı oluşturması ve AKP hükümetinin PYD’ye yoğun şekilde destek vermesidir.
Aşağıdaki görselde DAEŞ’in Suriye’ye girişiyle başlayan ve ABD öncülüğünde DAEŞ’e operasyonların başlatılmasına kadar süren 3.Safhaya ait haritalar görülmektedir.
Ağustos 2014’e kadar DAEŞ, İdlib ve kuzeyi hariç, Kuzey Suriye’de bulunan neredeyse bütün alanı muhaliflerin elinden almıştır. Eylül 2014’den itibaren ise ABD’nin öncülüğünde DAEŞ’e operasyonlar başlatılmıştır.(1) Böylece Eylül 2014 başında 3.Safha tamamlanmış ve 4.Safhaya geçilmiştir.
DAEŞ’İN SURİYE’DE OLUŞTURDUĞU ETKİLER
Suriye’ye DAEŞ’in girmesi, 21 Ocak 2014’te özerkliği ilan edilen Batı Kürdistan’ın kuruluşunun tamamlanması açısından iki temel etki oluşturmuştur. Bunlardan birincisi, Suriye kuzeyinin savaş kabiliyetine sahip ve sivil Suriyeli muhaliflerden temizlenmesi ve böylece PYD’nin yerleşeceği alanın açılmasıdır. İkincisi ise; PYD’nin ele geçireceği alanın ABD tarafından koruma altına alınabilmesi ve özerklik için gereken hukuki altyapının oluşmasıdır.
Öncelikle DAEŞ saldırısı kuzeydeki Suriyelileri ülke dışına göçe zorlayarak bölge demografisini PYD lehine değiştirmiştir. Suriye’den iç savaş süresince 5,6 milyon kişiden fazla Suriyeli ülke dışına göç etmiştir. 6,5 milyon kişi ise ülke içinde evini terk etmek zorunda kalmıştır.(2) Bölgede bulunan Kürt nüfusu ise yaklaşık 2 milyon civarındadır.(3) Böylece, Suriye’nin kuzeyi Araplardan sonra en fazla nüfusa sahip olan ve DAEŞ yok edildikten sonra bölgede kalacak (Suriye vatandaşı olmaları nedeniyle) tek meşru grup olan Kürtlere kalmıştır.
DAEŞ’in Suriye’nin kuzeyini ele geçirmesiyle ikinci olarak; bölgeye ABD tarafından müdahale edilebilmesinin, böylece PYD’nin ABD korumasına alınmasının ve ileride beklenen demokratik özerklik ya da bağımsızlığın hukuki altyapıları oluşturulmuştur. DAEŞ’in bütün dünyaca terör örgütü olarak kabul edilmesi nedeniyle devlet otoritesinden mahrum bırakılan DAEŞ kontrolündeki Kuzey Suriye hukuki olarak “sahipsiz ülke” statüsüne kavuşmuştur. Uluslararası hukuka göre yeterli bir toplumsal ve siyasi örgütlenmeye kavuşamamış toplulukların bulunduğu bölgeler sahipsiz ülke olarak adlandırılmaktadır ve bu statü muhtemelen ileride PYD’nin “self-determination (kendi geleceğine karar verme)” hakkının bulunduğu argümanına temel sağlayacaktır.(4) Bazı kaynaklara göre ise ABD, DAEŞ operasyonları için bu statü yerine “aciz devlet” tezini kullanmıştır.(5)
DAEŞ’in etkisiyle ortaya çıkan özerklik imkanı, yalnızca ABD tarafından desteklenen bir husus değildir. Basında yer alan bilgilerden, Rusya’nın da özerk bir Kürt bölgesi kurulması konusunda ABD ile aynı fikirde olduğu anlaşılmaktadır. Rusya’nın 2017 Şubat’ında Suriye için teklif ettiği 85 maddelik Suriye Cumhuriyeti Anayasası, Suriye’de başlangıçta özerk bir Kürt yönetimi kurulmasına, sonrasında bir referandum ile bu yönetimin bağımsızlığının sağlanmasına yönelik maddeler içermektedir. Örneğin; 9. madde ile Kürtlerin otonom yönetiminin öngörüldüğü “Kürt kültürel otonomisinin yönetim kurumları ile örgütlenmeleri Arapça ve Kürtçeyi eşit şekilde kullanır.” ifadeleriyle belirtilmiştir. Benzer şekilde, 15. maddede Kürt Özerkliği ve yerel yönetimlerin varlığı vurgulanmaktadır. Dokuzuncu maddede bulunan, “Suriye toprakları devredilemez. Devlet sınırları ancak, Suriye halkının bir isteği olarak, tüm Suriye vatandaşlarının dahil olduğu bir referandum sonrasında değişebilir.” ifadesiyle de bağımsız Kürdistan oluşumuna götürebilecek bir referandum yolunun açılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır.(6) ABD’nin yanı sıra Rusya’nın da Kürt özerkliğini savunuyor olması, bu iki devletin Suriye’deki Batı Kürdistan oluşumu için iç savaş süresince işbirliği yapmış olabileceğini, ileride de özerkliğin oluşması için muhtemelen bu işbirliğini sürdüreceğini göstermektedir.
Sonuç olarak 3.Safhada DAEŞ’in bölgeyi ele geçirmesi Batı Kürdisan projesine iki temel açıdan katkı sağlamıştır.
1. Bölge demografisinin Kürtler (PYD) lehine değiştirilmesi.
2. ABD’nin bölgeye müdahale etmesi, PYD’yi korumaya alması ve ileride PYD’ye özerklik hakkı tanınması için hukuki şartların oluşturulması.
AKP HÜKÜMETİNİN TSK’YI ETKİSİZLEŞTİRMESİ SAYESİNDE PYD’YE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ YARDIMLAR
Bu safhada Suriye’deki gelişmeleri etkileyen diğer önemli olay, Erdoğan ve AKP hükümetinin PYD’ye yoğun şekilde destek sağlaması, bu sayede PYD’nin özerk Rojava’yı ilan etmesi olmuştur. Bu destekler genel olarak;
1. PYD’nin Türkiye’de barınma ihtiyacının karşılanması için örgüte sınır geçişinde serbestlik tanınması,
2. Kobani’ye ÖSO ve Peşmerge desteğinin sağlanması,
3. PYD’ye lojistik destek gönderilmesi,
4. PKK’nın Türkiye’den eleman temin etmesi, eğitmesi ve Suriye’ye göndermesi faaliyetlerine müsaade edilmesi ve destek sağlanması
şeklinde gruplandırılabilir.
PYD’ye bu desteklerin verilebilmesi için öncelikle MİT’e terör veya herhangi bir grupla işbirliği imkanı sağlamak üzere kanunla yargılanmama güvencesi verilmiş, bu faaliyetlere engel olarak görülen TSK ise; AKP hükümeti tarafından etkisizleştirilmiştir.
2013 ve sonrasında PKK ve PYD ile yapılan işbirliği genel olarak MİT tarafından yürütülmüştür. Normalde, bu örgütlerin Türkiye’de terör örgütü olarak kabul edilmesi nedeniyle TCK’ya göre “bir terör örgütünün faaliyetlerini düzenlemek suretiyle örgüt yöneticiliği yapmak” (7) anlamına gelen bu işbirliğinin suç kapsamından çıkarılması için AKP hükümeti tarafından kanun değişikliğine gidilmiştir. 26 Nisan 2014 tarihinde MİT kanununda yapılan değişiklikle ilgili maddelere “MİT mensupları …görevlerinin gereği terör örgütleri dâhil olmak üzere millî güvenliği tehdit eden bütün yapılarla irtibat kurabilir” ifadesi eklenmiş, böylece MİT’e bu tür suçlar kapsamına girebilecek faaliyetleri sonucunda yargılanmama güvencesi tanınmıştır.(8) Bu tarihten sonra hükümet PKK ve PYD ile MİT aracılığıyla Suriye’de daha yoğun işbirliğine başlamış, verdiği desteklerle PYD’nin hedeflerine katkı sağlamıştır.
İlerleyen aylarda Erdoğan ve AKP hükümeti PYD’ye ve Batı Kürdistan oluşumuna açıktan destek vermeye başlamıştır. 15 Eylül 2014’te DAEŞ’in Kobani’yi kuşatması sonucunda sivil halkla birlikte tehlikeye düşen PYD’liler ve Kürt nüfus Türkiye’ye alınarak muhafaza edilmiştir. Başbakan Yardımcısı Akdoğan’ın 22 Ekim 2014 tarihinde yaptığı açıklamaya göre Türkiye’ye Kobani’den alınan kişi sayısı 200 bin civarındadır. İlaveten, PYD elemanlarının ihtiyaç duydukları şekilde sınırdan serbestçe geçişlerine müsaade edildiği yine Akdoğan tarafından ifade edilmiştir.(9)
Bununla birlikte 29 Ekim 2014’te AKP hükümeti, Kobani’de PYD’ye destek vermesi için 150 kişilik bir Peşmerge konvoyuyla Kuzey Irak’tan ağır silahların sevk edilmesini sağlamış, ayrıca 200 ÖSO mensubu ile PYD’ye destek göndermiştir. Erdoğan, Peşmerge’nin PYD’ye desteğini kendilerinin teklif ettiğini açıkça ifade etmiştir.(10) Diğer deyişle PYD’ye yapılan bu yardımların planlaması tamamen Türkiye’ye aittir. Bunlara ilave olarak AKP hükümeti tarafından PYD’ye insani yardım adı altında yüzlerce araçlık lojistik destek gönderilmiştir.(11)
Bu geçişe ve yardımlara karşı oluşan toplum tepkisi, Erdoğan ve hükümet tarafından ABD’nin “terör örgütü PYD’ye silah yardım yaptığı” teziyle ABD’ye yönlendirilmeye çalışılmıştır. Hükümet bir yandan ABD’nin bir terör örgütüne yardım yaptığını vurgularken(12), diğer yandan PYD’ye kendi yaptığı yardımları DAEŞ’le savaşa katkı olarak çerçevelemiştir.(13) Böylece oluşan toplum tepkisi azaltılmaya çalışılmıştır. Bu çerçeveleme hükümet tarafından günümüzde de aynı şekilde kullanılmaya devam edilmektedir.
Aşağıda, 29 Ekim tarihinde PYD’ye destek için Türkiye’den yapılan Peşmerge geçişine ait bir fotoğraf görülmektedir.
PYD’nin ihtiyaç duyduğu insan kaynağını ise Türkiye’den PKK aracılığıyla sağladığı anlaşılmaktadır. PKK, Çözüm Sürecinde benzer ideolojik görüşe sahip grupları kendi bünyesi altında toplamış, Kürt kökenli vatandaşlardan örgüte eleman temin etmiş, bu elemanları Kandil’de eğitime tabi tutmuştur. Yeni eğitilen kadrolar (YDG-H) ileride TSK’nın oyalanması için Türkiye’de tutulurken, tecrübeli kadrolar Suriye’ye aktarılmıştır.(14)
İlerleyen aylarda aslında PKK için “harcanabilirler” sınıfında olan bu genç ve yeni kadrolar, fişlenerek çatışma bölgesine gönderilen bir çok subay ve polisin şehit edildiği Hendek Operasyonlarında karşımıza çıkacaktır. Yer ve zamanını PKK’nın belirlediği ve AKP’nin onayladığı Hendek Operasyonları sayesinde TSK’nın dikkati Batı Kürdistan oluşumundan kent savaşlarına çekilecek, TSK burada oyalanarak PYD elemanlarının dinlenme periyotlarında Türkiye’ye giriş-çıkışına ve Batı Kürdistan oluşumuna müdahale etmesi önlenecektir. Bununla birlikte; bu çatışmalar bölgedeki masum Kürt vatandaşlara insan hakları açısından bir çok mağduriyet ve büyük acılar yaşatacaktır. Yaşanan çatışmalar neticesinde sivil vatandaşların bir çoğu evlerinden edilecek, bir çok sivil arada kalarak şehit olacak, uzun süreli sokağa çıkma yasakları ilan edilecek, buna bağlı olarak vatandaşlar günlük ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz hale gelecek, bir çok sivilin cenazesi ise yakınları tarafından ancak günler sonra evlerinden çıkartılabilecektir.(15) Yaşanan bu mağduriyetler sonucunda ülkeden duygusal kopuş yaşayan ve evsiz kalan bir çok aile muhtemelen evlatlarını PKK’ya teslim etmek zorunda kalacaktır.
Bu süreçte Erdoğan ve hükümet tarafından PKK’nın eleman desteğine yönelik Kürt kökenli vatandaşları cesaretlendiren açıklamalar da yapılmış, bu açıklamalar muhtemelen eleman teminini hızlandırmıştır. Örneğin; 16 Kasım 2013 tarihinde Erdoğan tarafından “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi lideri” Mesud Barzani ve Şivan Perwer ile “cezaevlerinin boşalacağı” vurgusuyla verdiği mesajlar, Kürdistan kurmaya yönelik faaliyetlerin suç olarak görülmediği algısını oluşturacak bir çerçeveleme etkisine (framing effect) sahiptir. İçişleri Bakanlığının raporlarında PKK’nın PYD’ye destek faaliyetlerinin teyit edilmesi (16) ve İstihbarat birimlerinin o döneme ait raporlarında yer değiştiren ve Suriye’ye destek için gönderilen örgüt elemanlarının sayılarına ait bilgilerin yer alması (17), MİT ve hükümetin bu faaliyetlerin farkında olduğunu ve bilerek göz yumduğunu gösteren kanıtlardır.
PKK ile PYD arasındaki bütün bu personel sirkülasyonu ise; MİT’in yardımıyla AKP hükümeti tarafından TSK’nın etkisizleştirilmesi sayesinde gerçekleştirilebilmiştir. Bu etkisizleştirme süreci, iki temel adımda gerçekleştirilmiştir.
1.Uludere olayıyla, TSK operasyonlarının hükümet onayına bağlanması için psikolojik altyapının ve ihtiyaç duyulan gerekçenin oluşturulması.
2. TSK operasyonlarının kanuni düzenlemelerle tamamen valilerin iznine bağlanması.
Sürecin ilk adımı olan Uludere olayı, 2011 yılı içinde yaşanmıştır. 28 Aralık 2011’de 34 sivil vatandaş, terörist oldukları gerekçesiyle hava saldırısına maruz bırakılmıştır. Basında yer alan bilgilerden; olayın MİT’in verdiği yanlış istihbarat sayesinde gerçekleştiği, dönemin Genelkurmay İstihbarat Başkanı Yaşar Güler’in astlarının itirazlarına rağmen bu istihbarata dayanarak saldırı kararı verdiği anlaşılmaktadır.(18)
Olayla ilgili açılan soruşturma, MİT ve Yaşar Güler’in Uludere olayındaki rolleriyle, 15 Temmuz’daki rollerinin oldukça benzer olduğunu gösteren bir tabloyu ortaya çıkarmıştır. Soruşturma kapsamında Güler’e olay günü vatandaşların terörist olmadığına yönelik değerlendirmelerini sunan subaylar “şüpheli” sıfatıyla sorgulanırken (19), hava saldırısı kararını veren ve asıl sorumlu tutulması gereken Güler “tanık” olarak soruşturmalara katılmıştır.(20) MİT’in soruşturma başında savcılıkla paylaşmadığı anlaşılan ve olayın gerçekleşmesinde Yaşar Güler tarafından dayanak olarak gösterilen belge savcılığın araştırması neticesinde ortaya çıkmış, ilerleyen süreçte ise soruşturma kapatılmıştır. Aşağıdaki görselde, olayla ilgili MİT’in verdiği istihbaratın bulunduğu belge görülmektedir.(21)
Uludere olayı etkileri açısından geriye dönük olarak değerlendirildiğinde, PKK’nın Batı Kürdistan’a yönelik faaliyetleri sırasında TSK’nın yapacağı operasyonların siyasi iradeye tamamıyla bağlı kalması ve ordunun inisiyatif kullanmasının engellenmesine yönelik psikolojik altyapıyı ve ihtiyaç duyulan gerekçelendirmeyi oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu olay neticesinde TSK ağır suçlamalarla karşılaşmış, psikolojik olarak hükümetin onayı olmadan operasyon yapamayacak duruma getirilmiştir.
TSK’nın etkisizleştirilmesi sürecinin ikinci adımı ise, 2013 yılı içinde atılmıştır. 18 Nisan 2013’te, yani PYD’ye genişleme için insan kaynağının aktarılmaya başlanacağı üçüncü aşama öncesinde İçişleri Bakanlığı’yla Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanan protokol ve İl İdaresi Kanunu’nda yapılan düzenlemeyle askerlerin operasyona çıkış izni valilere bağlanmıştır.(22) Böylece TSK’yı etkisizleştirmek, yani PYD’nin geri bölgesini emniyete almak için gereken kanuni altyapı da tamamlanmıştır. Uludere olayının oluşturduğu durum sayesinde hükümet, bu kanuni düzenlemelerin gerçekleştirilmesinde herhangi bir zorlukla karşılaşmamıştır.
Bu dönemde TSK, PKK’nın faaliyetlerini engellemek üzere valiliklere 290 civarında talepte bulunmuştur, fakat bu taleplerden yalnızca 8’i onaylanmıştır. TSK’nın operasyonlarının engellenmesi talimatının Erdoğan tarafından valilere verildiği, Erdoğan’ın kendisi tarafından açıkça ifade edilmiştir.(23) TSK’nın valiler aracılığıyla engellenmesi sayesinde Batı Kürdistan için PYD tarafından ihtiyaç duyulan personel desteği kısa zamanda tamamlanmış, 21 Ocak 2014’te PYD, Rojava’da demokratik özerklik ilan etmiştir.(24) Böylece Batı Kürdistan özerk bir statü ile kurulmuştur. Bu tarihte ne Erdoğan’dan, ne de hükümetten somut bir tepki görülmemiştir.
Bütün bu veriler göz önüne alındığında, PKK’nın eleman temini, örgüte kazandırılan elemanların eğitilmesi ve çatışmaya hazırlanması, Kandil ve Suriye arasında personel sevki ve Batı Kürdistan’ın kurulması için PYD’ye destek faaliyetlerinin önündeki tek engel olarak görülen TSK’nın, Erdoğan ve hükümet eliyle felç edildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, İçişleri Bakanlığı ve İstihbarat Birimlerince yayınlanan raporlar, PKK’nın bu faaliyetlerinin hükümetin kontrolü dahilinde gerçekleştiğini kanıtlamaktadır.
6-8 EKİM 2014 OLAYLARI VE PKK TERÖRÜNÜN AKP’YE KATKILARI
Kobani’nin DAEŞ tarafından kuşatılmasıyla, PKK’nın kuruluşundan bu yana izlediği davranış paterni dışına çıktığı 6-8 Ekim olayları da incelemeye değerdir. PKK’nın günümüze kadar yaptığı eylemlerin genel karakteristik özelliği, bu eylemler öncesi ve sonrasında kamuoyu nezdinde hükümetten hiç bir talepte bulunulmaması, yani eylemlerin hiç bir somut hedefinin olmamasıdır. PKK, eylemleriyle kamu personelini ve Kürt vatandaşları şehit etmekte, fakat bu eylemleri herhangi bir hedefe bağlamamaktadır. 6-8 Ekim olaylarında ise; bu durumun aksine, PKK’nın eylemlerini hükümetin PYD’ye Kobani’de yardım etmesi şartına bağladığı, bu talebini kamuoyu üzerinden paylaşarak hükümet üzerinde kamuoyu baskısı oluşturduğu görülmektedir.
PKK’nın terör eylemleri etkileri açısından incelendiğinde, hükümetin bir takım eylemlerini meşrulaştırmak üzere gerekçe oluşturduğu görülmektedir. Bu eylemlerin son somut örneği, 12 Eylül 2019’da PKK tarafından Diyarbakır’da orman işçilerine gerçekleştirilen terör saldırısıdır.(25) Bu saldırı öncesi ya da sonrasında PKK hükümetten kamuoyu nezdinde herhangi bir talepte bulunmamıştır. Bahse konu saldırıyla sivil vatandaşların şehit edilmesi, PKK’nın Kürdistan kurma hedefine katkı sağlayacak ya da örgütün etkinliğini artıracak bir eylem de değildir. Masum sivil vatandaşlar, örgütün açıkladığı hedefleri açısından askeri ya da fiziki hedef konumunda da değillerdir. Bu tür eylemlerin öngörülebilecek tek somut etkisi, AKP hükümetinin gerçekleştirmek istediği eylemleri halk nezdinde terörü gerekçe göstererek meşrulaştırması, böylece bu eylemler için toplum desteği sağlaması olacaktır.
Terör eylemleri bu örnekteki şekilde tek başına değerlendirildiğinde hükümetin gündemine yönelik hedefleri açısından taktik etkiler oluşturduğu görülmektedir. Bununla birlikte, bütün eylemler bir bütün olarak değerlendirildiğinde ise hükümet açısından daha stratejik etkiler meydana getirdiği ortaya çıkmaktadır. PKK’nın, “bir örgütünün kendi hedefleri açısından izlemesi gereken eylem paternine uymayan” bu tür terör eylemlerinin asıl temel etkisinin, iktidar partisinin seçimlerdeki oy oranını artırması olduğu anlaşılmaktadır. Berrebi ve Klor tarafından 2006’da İsrail üzerine yapılan bir çalışma, terör eylemlerinin sağ partilerin oylarını artırdığını ortaya koymuştur.(26) 2008 yılında yinelenen bu çalışma, aynı durumun Türkiye için de geçerli olduğunu göstermiştir.(27) Benzer şekilde Arzu Kibris tarafından yapılan başka bir çalışma da İsrail ve Türkiye’de terör eylemlerinin sağ iktidarların güçlenmesini sağladığını doğrulamıştır.(28)
7 Haziran-1 Kasım 2015 arasında iktidardan düşen AKP’nin, terör eylemleri sonucunda iktidarı yeniden ve daha güçlü şekilde elde etmiş olması, bu bulguları kesin bir şekilde teyit etmektedir. Ortaya çıkan bu etkinin, PKK’nın eylemlerini kamuya açık bir talebe bağlamamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. PKK’nın ne yaptığının farkında olmadığını savunmak gerçekçi bir yaklaşım değildir. O halde PKK, AKP ve ortakları tarafından seçimlere ya da iç politikaya yönelik olarak kullanılıyor demektir.
6-8 Ekim olaylarında ise; PKK’nın bu davranış paterni tamamen değişiklilk göstermiştir. PKK tarihinde belki ilk defa eylemlerini kamuoyuna açık somut bir talebe, hükümetin Kobani’yi DAEŞ’ten kurtarması talebine bağlamıştır.(29) KCK Yürütme Konseyi tarafından “18 aydır sürmekte olan karşılıklı ateşkesin koşullarının ortadan kalktığı” yönünde bir açıklama yapılmıştır. Hemen ardından KCK Yürütme Konseyi Üyesi Murat Karayılan, Türkiye’nin DAEŞ ile anlaştığını iddia ederek “..Çözüm Süreci konusunda Türkiye’nin samimi olmadığı ortaya çıkmıştır. Çözüm Süreci anlamını yitirmiştir. Ancak biz Abdullah Öcalan’ın sözünün arkasındayız.” şeklinde bir açıklama yapmıştır.(30)
Açıklamalar, sivil halka değil, hükümete yönelik açıklamalardır. Bu açıdan bakıldığında, açıklamalarda Rojava’ya yardım edilmemesi nedeniyle “çözüm sürecinin koşullarınının yerine getirilmediği” şeklindeki vurgu, hükümetle PKK arasında Rojava konusunda daha önceden bir anlaşma yapıldığını göstermektedir.
Aradaki anlaşmaya yönelik emareler, Davutoğlu’nun ifadelerinde de ortaya çıkmıştır. Davutoğlu, Başbakanlığı devralması sonrasında “Kuzey Suriye kırmızı çizgimiz değildir” açıklamasında bulunmuştur. Açıklamasında Davutoğlu, “kobani’ye buradan selam ediyorum. kobani’deki her kardeşlerimin alnından öpüyorum. kobani bize tarihin emanetidir.” ifadelerini kullanmıştır. Benzer bir açıklama ise; Eylül 2015 Ayı içinde de yapılmıştır. Açıklamada Davutoğlu, “Rojava’nın oluşturulmasını PYD’nin Suriye muhalefetiyle anlaşması durumunda destekleyeceklerini” belirtmiştir.(31) Bütün bu veriler bir arada değerlendirildiğinde, AKP’nin Batı Kürdistan’ın kurulması konusunda PKK ile anlaştığı anlaşılmaktadır.
Kısaca; 6-8 Ekim olaylarında PKK unsurlarınca ve sonrasında Davutoğlu tarafından yapılan açıklamalar, Suriye’de Batı Kürdistan’ın kurulması için AKP ile PKK arasında Çözüm Süreci adı altında anlaşma yapıldığını ortaya koymaktadır. PKK’nın Türkiye’deki eylemlerine yönelik etkisel açıdan yapılan incelemeler ise, bize eylemlerin hedefini belirleyebilmek açısından kolay bir formül sağlamaktadır :
“Eğer bir terör eyleminin hedefi ve nedeni açık değilse, bu eylem iktidarın oylarını artırmaya veya eylemlerini meşrulaştırmaya yönelik bir eylemdir”.
KAYNAKÇA :
1. https://edition.cnn.com/2014/08/08/world/isis-fast-facts/index.html
2. http://www.mfa.gov.tr/suriye-siyasi-gorunumu.tr.mfa
3. https://tr.euronews.com/2019/01/07/video-kurtler-kim-hangi-ulkelerde-yasar-talepleri-neler
4. Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk, Turhan Kitabevi, 12.Bası, Ankara 2013, s.181.
6. https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201702021027032657-suriye-cumhuriyeti-anayasasi/
7. http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.3713.doc
8. https://odatv.com/iste-cozum-surecinin-kronolojisi-1108151200.html
9. https://www.trthaber.com/haber/gundem/teror-orgutuyle-pesmerge-bir-tutulabilir-mi-148716.html
10. https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141022_erdogan_abd_kobani
11. https://www.aksam.com.tr/siyaset/kobaniye-634-araclik-yardim/haber-344718
12. https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141022_erdogan_abd_kobani
13. https://www.trthaber.com/haber/gundem/teror-orgutuyle-pesmerge-bir-tutulabilir-mi-148716.html
14. https://www.timeturk.com/10-soruda-pkk-nin-kent-savaslari/haber-138782
15. https://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/04/160408_pkk_silopi_surec
16. İçişleri Bakanlığı’nın Mayıs 2017 tarihli “PKK/KCK Terör Örgütünün Suriye Kolu : PYD-YPG”, s.9.
17. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/turkiye-den-ypg-ye-8-bin-500-militan-29372989
20. https://tr.sputniknews.com/turkiye/201608161024395731-uludere-katliam-darbeci-general/
22. https://odatv.com/iste-cozum-surecinin-kronolojisi-1108151200.html
24. https://t24.com.tr/haber/kurtler-bugun-rojavada-ozerklik-ilan-ediyor,248884
26. Berrebi, Claude, and Esteban F.Klor. 2006. On Terrorism and Electoral Outcomes: Theory and
Evidence from the Israeli-Palestinian Conflict. The Journal of Conflict Resolution 50 (December):
899–925.
27. Berrebi, Claude, and Esteban F.Klor. 2008. Are Voters Sensitive to Terrorism: Direct Evidence from the Israeli Electorate. American Political Science Review 102 (3) (August): 279-301.
28. https://www.researchgate.net/publication/227574322
29. https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141010_dokuzsoruda_kobani_eylemleri
30. http://www.aljazeera.com.tr/gorus/cozum-surecinin-selameti-kobaniye-bagli
31. http://www.radikal.com.tr/politika/davutoglundan-rojava-aciklamasi-1441979/